Not: başlamadan evvel resimlerle ilgili belirtmeliyim ki, bu resimler onca güzelliğin arasında seçilmiş üç beş fotoğraf değildir. Aksine ben tarihi eser kadar şehir fotoğrafı çekmeyi seven biriyimdir ve bolca resim de çekerim ama bu sefer şehri oldukça az çektim, çünkü içimde çekme dürtüsünden çok tiksinti dürtüsü oluşturdu. ve bu resimlerin hiç biri şehrin arka sokağı falan değildir, gayet şehrin göbeğidir. Şehrin tüm binaları (tarihi eserleri hariç) lüks dükkanların olduğu bir kaç bina da hariç böyledir. Bunları da örnek olsun diye en son gün 10 dakika içinde çektim (yani 10 dakikada bunları çekiyorsam 7 günde neleri çekerdim siz düşünün). lütfen resimlere tıklayıp yakından inceleyin.
Bu
sıralar oldukça yoğunum o yüzden bu sefer ki seyahat yazısı öncekilerden farklı
olacak, önceki yazı yarım kaldığı gibi açıkçası Roma’yı yazılmaya da layık
görmüyorum. Onun yerine Roma’yı neden sevmediğimi maddeler halinde anlatmaya
çalışacağım. anlatıklarımın biri yanlışsa çıkıp söyleyin lütfen. Roma’yı sevmedim çünkü:
1-Uçağım
İtalya Havaalanına indikten hemen sonra havaalanında beni bekleyen eşimle
buluştum, daha sonra çok önceden
parasını ödediğimiz ve bizi şehre götürecek otobüse binmeye gittik bu sırada
(otobüs saatimize en az 20 dakika olmasına rağmen) eşim beni koşturuyor, ve
dışarıdaki sağnak yağmur ve soğuk havadan dolayı üzerime kat kat giyinmemi
söylüyordu. Ben iyi de nasılsa otobüsümüze bineceğiz ne var bunca şeye diye
diretiyor, otobüsün kalkış saatinde dışarı çıkarız diyordum ki o beni inatla giydirip
peşinden dışarı sürükledi. Önü arkası açık, neyseki yol geçtiği için tepemizin
kapalı olduğu ama rüzgarı bol ve yağmur serpintili bir yerde yarım saatten
fazla insan yığınlarının arasında bekledik. Üstelik rezarvasyonumuz ve
biletimiz olmasına rağmen, ilk otobüse binemedik.
Eşime nedenini sorduğumda “üç
kağıtçı bunlar, düzen müzen yok” dedi. Hatta konuştuğumuzu duyan birkaç
Türk yanımıza gelip “bunlar bizden
beter” dedi. Tüm o soğuk ve kaosun arasında büyük bir Fransız grup vardı onlar
sayesinde çile dolu bekleyişimiz benim de onlara eşlik etmemle eğlenceye
dönüştü. Gelen her otobüste oooooooooOOOooooo sesleri yapıyor bizimki olmadığı
anlaşıldığında aaaaAAAAAaaaaa diye bağırıyorlardı bizle birlikte pek çok insan
da onlara katılınca bir müddet sonra bir stad dolusu insan gibi ses çıkartmaya
başlamıştık, bizi es geçen otobüslere el sallıyorduk hatta onlar da bize korna
çalıyor insanlar karşılık veriyordu falan. Onlar da arada yılıp Michell diye
sesleniyorlardı Michell anladığımız kadarı ile grubun lideri, rezarvasyonları o
yaptırmış hatta bir ara ben de Michell diye bağırıp zavallı adama takılmaya
başlamıştım. Neyse ki tıkış pıkış
dalmayı başardığımız otobüsün bir diğer sorunu şu ki, bagajlarınızı kendiniz
yerleştiriyorsunuz, bu daha da kaos yaratıyor 40 bagajlık yere millet gelişi
güzel attığından sonrakilere yer kalmıyor ve arabadan ilk inenler
kendilerininkine ulaşana kadar üsttekileri yere fırlatıyor.
2-Otobüse
bindikten kısa süre sonra anladık ki Roma’da çok ciddi bir trafik sorunu var.
25-30 kmlik yolu 2 saatte tamamladık, bu durum bizi öyle yıldırdı ki neşeli
Fransız grubu bile bir müddet sonra sus pus oldu. Zaten trafiğin nasıl bir
sorun olduğu şuradan belli, turiste Roma içinde araba kiralanmıyor. Trafiğe
hakim olamazlar diye. Hatta Romalı olmayan İtalyanlara da kiralanmıyormuş. Bunu bilmek bile aslında çok şey anlatıyor
çünkü ciddi anlamda gelişmiş ülkelerde trafik sorunu olmaz çünkü ulaşım ağı çok
iyi olduğundan insanlar araba kullanmaz. Roma’ya doğru giderken gördüğümüz
binalarsa tam bir hayal kırıklığı pis, eski, bakımsız binalar herkesin suratı
düşüyor, Roma’nın çok farklı olacağını umut ediyorum.
3-Ana
durak Termini’de indik. Otobüs bir türlü gelmeyince, yürümeye karar verdik.
Zavallı eşim benim bavulumla önde ben şemsiyeyi bir ona bir kendime tutuyorum.
Dizimin üzerine kadar çizme var, ancak onlarda da bizdeki gibi alt yapı sorunu
olsa gerek bazı yerlerde su göletleri oluşuyor ve benim çizmeler löp löp
suların içinde, yolun ortasında otobüse rastlıyoruz. Otele vardığımızda
çizmenin içini dışını, üzerimizdekileri
bırakın bavulum bile (nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde) su almıştı. İlk iş kıyafetleri
bavuldan çıkarıp odanın orasına burasına asıyorum oda bir anda bit pazarına
dönüyor ama moralimi bozmamaya çalışıyorum. Eşim sürekli olarak otobüs yağmurdan
gelmedi heralde deyip duruyor. Moralimi dik tutmaya çalışıyorum. Yanımda 2 çift
ayakkabım daha olduğu için mutluyum kuru bulduğum birkaç kıyafeti bulup
giyiyor. Yağmurun hafiflediği bir vakit yemeğe gitmeye hazır olduğumu
söylüyorum.
4-otelimizin
lokasyonu iyi termini’ye pek uzak değiliz, durak hemen karşımızda gidip
bekliyoruz ancak, otobüsler yine gelmiyor yağmur ve rüzgarın altında beklerken
eşim yine söyleniyor “yağmurdan heralde” diye. Nitekim termini’ye varıyoruz
fazla hareket etmek istemediğimizden hemen dibindeki McDonalds’a zıplıyoruz.
Eşim tepsiyi alıyor yemeye başlıyoruz derken içeri sakallı bir amca daliyor,
karşımdaki Japon turist çiftinin masasına yöneliyor kadından bir çığlık kopuyor
ne olduğunu tam göremiyorum. Ama Mc
görevlilerinden hiçbir müdahale yok. Amca göz hizamdan çıkmış durumda derken
önümdeki tepside bir el ve eşimin bağırtısı, amca patatesleri avuçluyor. Sonra
durumu anlıyorum her masadan avuç avuç bir şeyler alıp ağzına atıp gidiyor.
İşte o an moralmen çöküyorum hemen önümdeki hamburger kutusuna patateslerimin
geri kalanını doldurup dışarı çıkıyor amcayı bulup paketi veriyorum. Amca
paketi alıyor ardımdan bağırtışlı şeyler söylüyor eşime göre “içinde hamburger
olmadığı için küfrediyormuş”. Kafamdan 2 şey geçiyor , birinicisi o açken ben
yurt dışına tatile gelme lüksüne sahip olduğum için müthiş bir suçluluk
duygusu, ikincisi böyle bir olayın olmasına Türkiye’de asla ve asla izin
verilmeyeceği. Havaalanından yola çıkıp
da binaları görmeye başladığımdan beri hep aynı şeyi düşünüyorum “bu insanlar
fakir”
5-Mc
Donalds’tan çıkıyoruz, otele dönmek istiyorum. Alıcı gözle etrafa bakıyorum
eşimin neden burası “zenci şehri” dediğini anlıyorum. Cidden etraf Nijeryalı,
Angoralı zencilerle doldu. Neredeyse 1 metrede bir zenci var. Bir de Pakistanlı
Hintli gibi duran Asyalı siyahi insanlar grubu var. Günler sonra anlayacağım ki
Roma’da 3 büyük grup var:
a-çakma
çantacı grubu: ilk saydığım zenci grubu
b-şemsiyeci
grubu: ikinci saydığım siyahi grup
c-dilenci
grubu: bunlar İtalyanlar
ve
bu üç grup ciddi anlamda ayrışmış kimse bir diğerinin işini yapmıyor.
İtalyanlar dilenme işini kesinlikle diğerlerine kaptırmamış. Kabul etmeliyim ki
ben ilk etapta Asyalı gruplardan ve zencilerden korkmuştum ama gördüğüm kadarı
ile bu insanların bir şey satmaya çalışmak dışında kimseye zararı yok (gördüğüm
kadarı ile diyorum altını çizerim).
Fakat başka türlü zararları var.
6-
Şehirde ciddi anlamda büyük markalar var Via del Corsa gibi bir sokakta
alışveriş yapmasanız da Prada, Guccci, Valentino, Hermes gibi mağazaların
önünden defalarca geçesiniz geliyor ancak çok ilginç ve itici bir taraf var ki
o da şöyle, çakma çanta satanlar tüm bu markaların önünde oturmuş çanta
satıyor. Resmen şok geçirilecek bir durum. Çok çirkin bir görüntü, satmasın
demiyorum satsın o da parasını kazansın ama tutup da o mağazaların önünde
değil. Türkiye’de böyle bir şeyin olabilmesi mümkün mü asla değil. Üstelik bunu
yüzlerce polis ve zabıtanın olduğu yerde rahatça yapabiliyorlar bu size çok şey
anlatmıyor mu?
7-şemsiye
satan gruba da lafım yok, onlar da satıp kazansın parasını ama döndüğünüz her
delikte onlardan birine rastlayıp hayır demekten yoruldum bir haftada abartısız
80 kişi gelmiştir. Halbuki ben rahatça
şehri dolanmak vaktimi şehre ve tatile sarfetmek istiyordum.
8-
Dilenci gruba gelince sanırım en çok bunlardan çektik. Adamlar resmen yakanıza
yapışıp bırakmıyor. Üstelik o kadar çoklar ki, resim çekeceğim zaman bile adam
kareye girip geliyor para diyor, kiliseye gireceğim para diyor. Yani sürekli bir taciz var, bir müddet sonra
mekanlara girme arzunuz bitiyor çünkü kapısında dilenci. Mekanları es geçmeye
başlıyorsunuz. Dün en sonunda Pizza Nova’daki büyük kilisenin önünde dilenci
ile kavga edip “I am not Christian so I
won’t give Money .ok.”diye bağırdım. Eşim sesime gelip ne oluyor dedi. Para
istiyor dedim, “verme” geç niye muatap oluyon dedi. İyi de ben de öyle
yapmıştım ilk önce para vermeyip sessizce resim çekmek için pozisyon alıyordum
ki bana doğru kalkıp geldi ben yine no dedim,
makinayıo bir daha kaldırıp resim poziyonu almıştım ki dilenci bana sinirlenip
boynundaki haçı sallamaya başlayınca kendimi “I am not Christian so I won’t give Money .ok.” diye bağırırken
buldum. Türkiye’nin tamamını ve tarihi yerlerini gezmiş biri olarak söylüyorum
ömrümde böylesi tacizler yaşadığımı bilmiyorum. Geçen hafta tvde izlemiştim
dilenci kadının biri İstanbul’da arap tursitlere sardırmış, polis yakaladı yaka
paça götürdü. Roma’da dilenmek legal görünüyor, hükümet onlardan vergi alıyor
bile olabilir. Çünkü dünyanın en turistik şehrinde, -Rönesansın doğduğu yerde her şeyi geçtim
Avrupa’da ve Avrupa Birliğine üye bir ülkede- binlerce polisin cirit attığı
yerlerde bunlara müsaade ediliyor olmasının anlamı başka ne olabilir ki?
9-gelelim
şehrin binalarına, sokaklarına, kaldırımlarına. Tarihi yapıları çıkardığımızda
geriye çok ama çok kötü bir şehir kalıyor. Bütün binalar dökülüyor, tüm mağaza
ve binaların üzeri sprey boyalarla yazılı, kaldırımlar berbat, hani filmlerde
gizli taşlar olur o biraz ayrıktır onu itersin kapı açılır falan, aynen taşlar
kaldırımlar ve hatta yollar öyle. Araba yolları zaten yamalık, bazı yerler
bayağı bir oyuk, kaldırımlarda bavullarınızı rahatça sürüyün ya da engellilerin
arabaları rahat insşin çıksın diye rampalı bitişler yok. 3 çift ayakkabımdan
birini de bu kaldırımlar ve yollar sayesinde yitiridm yarın tamire götüreceğim.
Yolların kötü olması dolayısıyla çok çabuk yoruluyorsunuz. Tabanlar ekstradan
ve çabuk şişiyor. Sakarya bile Roma’ya bu açıdan büyük bir fark atar. Hani
onlar AB ülkesi medeniyetin beşiği ya ondan Sakarya ile kıyaslıyorum. Yolları
geçtim, adamların bakanlık binaları bile dökülüyor. Sıva dökükleri boya
dökükleri bir yana bir de pislik içinde yüzüyor tüm binalar. Bayrakları da pis
kimi solmuş gitmiş. Arkadaş arada yenisini yaptır taktır yok. İşte bu noktada
insan Tayyip Amca’nın eline eteğine kapanmak istiyor. Belli ki Berlusconi
paraları hatunlara yedirmekten binaya ya da şehre yatırım yapamamış, yazık. AKP
hükümeti şehirlere yollara binalara yeni yapılara yatırım yapıyor,
görüntüye önem veriyor.
10-
Binaların bakımsızlığından başlamışken, temizlik konusuna değineyim, şehir çok
pis. Yollar pis, kaldırımlar pis her yer çöp. İtalyanlar çok sigara içiyor ve
bitince hemen yere fırlatıyor. Halbuki çok fazla çöp tenekesi ve sigaralık var
etrafta geçerken yanlarından masus bakındım içlerinde 1-2 izmarit vardı.
Türkiye halkı bu konuda daha özverili o çöplüklerin yanında içen çok insan
görürsünüz ülkemizde. Tuvaletleri ekstradan pis, oldukça lüks bir yere
gidiyorsunuz wcye gitmeniz gerekiyor, klozetin üzerinde kapağı yok taşın üstüne
oturmalısınız, bir de pis olduğundan oturamıyorsunuz tabi. İnanın birkaç sefer
gezimizin ortasında otele dönüp wcyi kullanıp tekrar gezimize döndük. Böylece
en az 1 saatiniz kayıp oluyor. Wc si düzgün olan Piazza Novana’da 1 restaurant
vardı, bir de İspanyol merdivenlerinin yanındaki McDonalds vardı. Gerisi lüks
ama pislik içindeydi. Üstelik sıvı sabunlukları da genelde boş. Islak
mendilleri zaten yok. Roma’daki hiçbir büfede ıslak mendil satılmıyor bir gün
sıvı sabun bulup da elimi yıkayamadığımdan, kolanyaları da yok ve saatler süren
gezi boyunca hiçbir büfede ıslak mendil olmadığından sonunda geziyi kesip
Termini’ye gittik ve büyük marketten 2 paket 80 lik ıslak mendil aldık.
11-
Şehirciliğin ne denli kötü olduğunun en büyük örneğini 2 akşam önce yaşadık. O
olayı görmeden evvel de zaten kendi kendime düşünüyordum, bu şehir de hiç
“özürlü” vatandaş yok mu diye. Çünkü etrafta hiç görmedim adamlar sokak
hayvanlarını toplatıp katlettikleri gibi onları da yok mu etmişler diye kötü
bir düşünce ilişmişti kafama hemen kovaladım. Neyse 2 akşam önce belediye
arabasına bindik, tekerlekli sandalyede bir kız vardı. Onu gördüm farklı bir
boyuta geçtim zaten o ayrı. Onu görünce
hemen kapıyı incelemeye başladım. Kapıda rampa
yoktu, inip kalkıyormuş gibi bir hali de yoktu. Düştüm onun derdine,
eşimle onu konuşuyorduk “merak etme inip kalkan sistem vardır” dedi. Aynı yerde
indik hemen gitmedim baktım bir kadın vardı o indirmeye çalışıyordu hiçbir
sistem yoktu hemen eşime seslendim el attık, bir de bir amca indirdik kızı
aşağı. Hatta tesadüfen dönüşte de bizden sonra bindiler başka bir yerden kadın önce arabaya binip yardım istedi sonra
insanlar el attı da öyle kaldırdılar sandalyeyi arabaya. Durak otobüs göre çok
alçakta. Diyeceğim o ki Türkiye bu konuda ileri boyuttadır. Bazı araçlarda
rampa bazılarında otomatik sistem vardır. Sonra bir örnek daha tek bir kör
kadın gördüm ama epey görüyor gibiydi (çok şükür), trafik lambasına yeşil için
düğmeye bastı, dinledim lambayı konuşacak mı diye ne yazık ki hayır konuşmadı.
Ve binlerce kere daha şükür ki Türkiye bu konuda da ileridedir. Bizdeki trafik
lambaları yeşil yandı geçiniz diye konuşur. İşte bu iki olay etrafta neden
özürlü görmediğimin cevabıydı çünkü özürlüler, birine muhtaç edilmiş ve eve
bağımlı kılınmış bugün Türkiye’deki körler tek başlarına facebook kullanıyor.
12-
Roma’nın her tarafında her şey için kuyruk var bazen kuyruk abartısız binleri
buluyor (Vatikan için durum buydu). Galeriye gireceksin kuyruk, dondurma
alacaksın kuyruk, şapele gireceksin kuyruk, müzeye gireceksin kuyruk, wcye
gideceksin kuyruk, resim çekeceksin kuyruk, küfür edeceksin kuyruk J. Yani paramla nasıl
rezil olurumun cevabı burada yatıyor sanırım. Hiçbir yere girmedim çünkü 3 saat
kuyrukta dikeldikten sonra insanın bir
yer görecek hali falan kalmaz. Adamlar her yeri paralı yapmış dolayısıyla
kuyruklar alıp başını gidiyor. İnsanın dini mekanı bile paralı olur mu arkadaş?
Tursitten bu denli para kazanıyorlar ama şehre en ufak bir yatırım yok. Hayır
turist olarak bana yatırım yapmasından bahsetmiyorum şehre biraz yatırım yapsın
yazık günahtır. Halk resmen aç. Bu arada tabi havaalanında da müthiş bir kuyruk
buna hadi neyse diyecektim taaki İsrail,
ABD ve United Kingdom vatandaşları için yapılmış özel kısımları görene
kadar. Yani AB ülkeleri ve İngiliz, İtalyan, İsrail vatandaşlarına sıkıntı yok
ama bizim gibi ülkelere sıkıntı var. Bu aslında Roma’da neden çok fazla Yahudi
var sorumun da cevabı olabilir.
13-
ha bir de adamlar müsrif, tüm çeşmeler durmadan akıyor, tıpa mıpa yok. Bir an
suyu geri mi dönüştürüyorlar diye korkunç bir düşünceye daldım o yüzden hiçbir
çeşmede su içmedim. Ya da ey pis halk bakın her yerde su var ellerinizi bari
yıkayın mı demek istemişler onu da bilemedim. Sebil iyidir yaptırandan Allah
razı olsun da müsrfilik de günahtır be kardeşim.
Toparlayacak
olursak tarihi eserleri kesinlikle görülmeye değer, çok güzeller sonuçta Antik
Roma’dan kalmadır. Ama şehir olarak Roma oldukça kötü bir şehir. Gördüğüm en
kötü Avrupa şehri. Şehircilik açısından bırakın Avrupa’yı Sakarya’nın yarısı
olamaz (hele de Türkiye’nin en temiz şehri ödülüne sahip olduğumuzu
düşünürsek). Belediyecilik diye bir şeyi zaten yok, toplu taşıması sıkıntılı,
yolları, kaldırımları, düzeni, her şeyi kötü. Şehirdeki onca taciz, sıkıntı
beni alakadar etmez ben tarihi eserlere meraklıyım diyorsanız buyurun gidin.
Ama bence Roma demek paranla rezil olmak demek.