Viyana’ya
Doğru – Büyük Yanılgı
İçine
seyahat aşkı girmiş her insan gibi (Santorini’den yeni gelmiştik ki)
internetten ucuz bilet aramaya koyulmuştum.
Nitekim emeğim sonuç vermiş pegasus kampanyalı biletlerini atmıştı. Ne
zamandır kafamda Viyana ismi dolanmaktaydı, hiç düşünmeden Paris, Roma gibi
merkezleri atlayıp Viyana’ya baktım fiyatı görünce eşimi arayıp doğru zamanı
belirleyip 350 tlye gidiş dönüş 2 kişilik bileti aldık. Gidiş tarihimiz 11 Kasım
2011’di. Özellikle 11 Kasım sonrası için istemiştim çünkü bir yazıda Viyana 12
Kasım itibari ile Noel kutlamalarına başlıyor ve rengarenk oluyor diye
okumuştum. Aralık soğuğuna kalmamak için 11 Kasım’ın uygun olduğuna karar
verdik. Biletleri almıştık ve Viyana’ya
gitmemize tam tamına 5 ay vardı. Eşim erken rezervasyon için biletin ertesinde
uygun otel bulup (Artist Otel Reinweg’de) hemen yer ayırttı, yine 4 yıldızlı
güzel bir oteli 5 geceliğine yaklaşık 500 tl ye getirmiştik. Hatta işin güzel
tarafı geçen seferki gibi erken rezervasyon yaptığımızdan gerek bilet gerek
otel ödemesini taksitlere bölerek gitmeden ödemeye başlayacaktık, bu durum gitme
vaktimiz geldiğinde biletin de otel parasının da çoktan ödenip bitmiş olmasını
sağlayacaktı. Yani sadece boğazımıza ve keyfimize para ödeyecektik.
Viyana
ile ilgili belirtmek istediğim asıl önemli nokta şu;
Viyana
kesinlikle gerek tur şirketleri, gerek seyahat programları tarafından hakkınca
tanıtılamayan bir şehir. Nerden mi biliyorum, çünkü gitmemize 1-2 ay kala
izlediğim seyahat programları, turla gidilerek yapılmış seyahat yazıları
kesinlikle iç açıcı değildi. O kadar ki Viyana’ya bilet aldığıma pişman oldum
ve 1 günümüzü Budapeşte’ye (Macaristan’a) giderek harcamaya diğer 1 günümüzü de
Bratislava(Slovenya)da harcamaya karar vermiştim. Yoksa 6 gün Viyana’da nasıl
geçerdi, seyahat programlarına bakılırsa şehirde pek bir şey yoktu. 2 gün
yeterdi de artardı bile. Eşimin zorlamasıyla Bratislava’dan vazgeçmiştim ama
sürekli söyleniyordum 5 gün boyunca Viyana’da ne yapacaktım? Ama gittiğim vakit görecektim ki seyahat
programları da, turla gidip yazan arkadaşlar da halt etmişler. İşte burada her
zaman söylediğim nokta ortaya çıkıyor, turist olmakla gezgin olmak çok ama çok
farklı, bir şehir ancak ayakla gezilerek keşfedilir, sokaklarında kaybolunarak,
hiç de ünlü olmayan ama yerli halkının yemek yediği restaurant, cafe ya da
tavernalarında yemek yenilerek keşfedilir. Meydanda 3-5 şeye bakıp (tur
otobüsleri önlerinden hızlıca geçip gidiyormuş bloggerlar öyle yazmış),
turistik mekanlarında yemek yiyip kahve içerek o şehri özümseyemezsin. Sadece
bakar ve geçersin. Halbuki toplu taşıma araçlarına binip kendi insanının içine
karışmadan bir şehri anlayamazsın, bu nokta çok önemli çünkü halka ne kadar
karışırsan oranın insanını o kadar tanırsın nitekim Alman halkı için söylenilen
şeylerin ne denli yanlış olduğunu otobüslerinde, turistik olmayan cafelerinde yaptığım gözlemler sonucu edindim. Ve belki de bu yüzden pek çok insanın aksine
Viyana’ya aşık oldum. 6 gün nasıl geçer
dediğim şehir gittikten sonra vazgeçilmezler listemin tepesine çıktı ( tepede
başka bir isim yok şimdilik), medeniyetse medeniyet, şehircilikse şehircilik
var. Zaten dünyanın en yaşanılası şehri seçilmesi de bundan olsa gerek. Eşim önceleri
“asıl Avrupa’yı Alman ırkının olduğu
yerlerde görürsün” dediğinde (İsviçre, Avusturya, Almanya) kesinlikle şüphe
ile yaklaşmıştım ama daha sonra yaptığım geziler gösterdi ki Almanlar cidden
çok farklı, şehirlerini tarihi dokuya dokunmadan insan için dizayn etmişler,
hizmetlerini insan için var etmişler. Buram buram ihtişam akan şehirlerinde
yollar, kaldırımlar, sanat, tramvaylar her şey ama her şey kesinlikle insanın
rahatı için insana göre dizayn edilmiş. Nitekim Viyana gezi yazımda da beni hayrete
düşüren pek çok noktaya değineceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder