3 Haziran 2019 Pazartesi

Perast - Romantizmin Yeni Adresi

Başlık biraz iddiali oldu sanki ama söylediğimin tamamen arkasındayım. Karadağ'a bağlı Perast kesinlikle popülaritesi yükselen bir adres olacak. Bende biraz Bellagio biraz Halstat, ihtişamı açısındansa biraz Capri etkisi bırakan bölge kesinlikle görülmesi gereken bir yer olmakla birlikte hayli de romantik bir adres. 

Kotor Körfezi'nde yer alan ve Kotor'dan araçla yaklaşık 20-25 dakika süren Perast, sırtını dağa yaşlamış deniz kenarına kurulu minik mi minik ama çok da tatlı bir kasaba. Kotor'dan minübüsle 1 ya da 2 euroya gidebiliyorsunuz, ya da aracınızla da gidebilirsiniz ancak park yeri bulmanız hayli zor. Tavsiyem sabah erken saatlerde gitmeniz, çünkü Karadağ'ın tamamı gibi Perast da öğlen itibariyle turistlerle dolmaya başlıyor. Kotor'a erken saatlerde devasa cruiselar yanaştığından nüfus bir anda 30 bin civarı artarken diğer yandan gelen tur otobüsleri ile 50 bini buluyor. Tursitler önce Kotor'u gezdiklerinden Perast'a varmaları öğleni buluyor. İtalyan mimarinin yer aldığı bölgeyi sahil üstünden baştan sona yürümeniz 30-45 dakika arası sürmekte, etrafta çok tatli cafeler restoranlar var. Fiyatlar Avrupa geneline göre çok ama çok uygun. Kotor bölgesi(Budva demiyorum) yiyecek-içecek konusunda çok ama çok iyi. Perast Kotor'a göre biraz daha pahalı, daha lüx olduğundan Perast'ta deniz kenarında yediğiniz bir yemek 7-13 euro arası değişmekte. İki fincan türk kahvesine ise toplamda 0.80 cent ödedik. 
Perast'a uğramanızı gerektiren önemli sebeplerden biri de Our Lady of the Rock isimli adanın Perast'ta yer alması.  Deniz kenarından adaya 10 dakika arayla tekne kalkıyor, kişi başı 5 euroya götürüp getiriyorlar. Biletinizi atmamalısınız, çünkü sizi adaya bırakan tekna hemen geri dönüyor. Böylece siz adada istediğiniz kadar vakit geçirip aynı biletle gelen her hangi bir tekneye binebiliyorsunuz. Perast beni çok büyüleyen bir adres oldu, Karadağ'a gittiğimizde Perast'a da gidecek olmak tüm gezilerimizde olduğu gibi benim planımdı. Ancak Perast'taki muhteşem güzelliğin fotoğraflarından etkilenip orada bir otelde yer ayırtmak eşimin fikriydi. Ve daha da güzeli Perast'a gidene dek benim bunu bilmiyor olmam. Sahil kenarında o kadar hoş o kadar şık oteller, evler var ki her birinden fazlasıyla büyülendim. O kadar ki son üç yıldır ilk kez bir ülkede onlarca binanın önünde neşe ve heyecanla poz verdim. Bunlardan biri de eskiden saray olan şimdi ise dünyaca ünlü 5 yıldızlı oteller zincirine ait Iberostar Grand Perast oldu, yeşiliğin arkasına gizlenmiş deniz kenarındaki şezlonglarına göz atmaya çalışıp havuzda ya da denizde yüzen olup olmadığını görmeye çalışırken ne o gece Perast'ta ne de bu eski sarayda kalacağımızdan haberim yoktu. 

Aklımdan tam da buraya yine gelmeli bu muhteşem otellerin birinde kalıp deniz kenarındaki havuzda yüzmeli ya da odadan bu inanılmaz manzarayı izlemeli derken, eşim bir anda hayallerimin gerçek olacağını dile getirir sözler söyledi. Ne denli mutlu oldum bilemezsiniz, meğer sırt çantasına kalmak için gerekli materyali doldurmuş. Otel muhteşemdi, oda çok genişti, manzarası muhteşemdi. Kahvaltısı efsaneydi. Uzun zamandır bir ülke beni bu denli memnun etmemişti. Deniz turizmi ile öne çıkan Budva bölgesini buna katmıyorum ama benim gibi sanat, tarih, mimari, doğa, damak çatlatan lezzetler hayranı bir insan için Kotor ve Kotor Körfezi şahane hele ki tüm bu ihtişamı Avrupa'nın diğer ülkelerine göre uygun fiyata alabilmek çok daha memnun edici. 

Eşim 2019'un başından beri durmaksızın beni mutluluktan ağlatan sürprizler yapıyor, (şimdi bizi tanıyan herkesin söylendiğini duyabiliyorum, "Baha gibi eş mi var" diye bağırıyorsunuz. Ama olay şu ki evlendiğimiz günden beri ben plan yaparım o itirazsız uyar, ben ona rehberlik edip onu memnun etmeye çalışırdım, her seferinde memnun olsa da sürekli benim plan yapmam beni çokkk ama çookk mutsuz ederdi, çünkü asla itiraz etmese de sürekli onu birşeyler yapmaya iteliyor gibi hissederdim, ama 2019 Ocak'tan beri sihirli bir değnek deymiş gibi listemde en üst seviye hayaller olarak duran maddelere tık atmama neden olacak devasa sürprizler yapıp beni çookk ama çookkkk mutlu ediyor. O kadar ki listemde tık atacak tek hayal kaldı, o yüzden yeni hayal listesi oluşturmaya başladım. Perast'tı yakından bilmediğim için gitmeden önce Iberostar'da kalmak gibi bir hayalim yoktu ama eşim beni o kadar iyi tanıyor ki önünden geçerken neyin hayalini kuracağımı biliyor :) 

Ve kesinlikle Perast'a yine gidip tekrar bir ya da iki gece daha kalacağım, bu sefer başka bir otel denemek istiyorum çünkü daha az yıldızlı olsa da güzel alternatifler var. Ama bu romantizme eşimle mi çıkarım, çok sevdiğim dostlarımla mı bilmem, ama o muhteşem güneşi sevdiklerimizle batırakmaktan ya da  yaz güneşinde denizde ya da havuzda kulaçlamaktan daha güzel ne olabilir ki?  

Not:
1-Seyahat rehberlerini yoğun isteğiniz üzerine artık instagramdan hazırlayıp hikayeye sabitledim, sabitliyorum ancak blog ısrarınızı da kırmamak için burada yalnızca Perast'ı yazdım. İnanın blog yazmak çok zor, bir de o denli çok ülke ve şehir var ki yazmaya kalksam aylarca bilgisayar başından kalkmamam gerekiyor. O yüzden elimden geldiğince eski yeni demeden hikayeye sabitlemeye calışacağım. 
2-Fotoğraflarından bir ikisini benimkiler ışık yüzünden kötü çıktığı için internetten aldım.
3- En altta havuz ve geminin yer aldığı fotoğraf Per Astra Hotel'e ait, fiyatı İberostar'a göre çok uygun, konaklamak için tercih etmeseniz bile en azından bizim gibi yemek için uğrayın derim.         











           

8 Ocak 2018 Pazartesi

Mikonos

Tüm gün tarihle haşır neşir olup üzerinde çalıştığım konuyu bir türlü bırakmayınca, nefes alabilmek adına Mikonos seyahatini kaleme almaya karar verdim. Üstelik yazdan kalan fotoğraflara bakmak da oldukça iyi geldi, tatilden yeni dönmüşüm gibi oldu. Bildiğiniz üzere Mikonos son yılların popüler destinasyonlarından ve giderek popülaritesi artan bir yer. Mikonos, Kiklade Adalar topluluğunun en pahalı ve popüler adası olup bu popülarite ve pahalılığı kesinlikle hak etmekte. Çünkü ada gerçekten çok bakımlı ve adada yaşayanlar buranın hoyratça kullanılmasına karşı, o yüzden herkesin adaya gelmesini istemiyor, bu nedenle de fiyatları kaliteleri ile aynı oranda yüksek tutuyorlar.

Mikonos'a nasıl ulaşırım?
Mikonos'a hava yolu ya da deniz yolu ile ulaşmak mümkün. Yazları hem Bora Jet hem de Atlas Jet'in Mikonos uçuşları yoğun, üstelik uçuş yalnızca 1 saat sürüyor. Bunun dışında adaya feribot (ayrıntılı bilgi için bkz  http://www.feribotseferi.com/mykonos-feribot-seferleri.html ) ya da cruise turu yaparak deniz yolu ile de ulaşabilirsiniz. Feribot ya da gemi ile limana vardığınızda hemen limandan kalkıp şehir merkezine doğru giden otobüslerin olduğunu göreceksiniz. Limanla şehir merkezi arasında yaklaşık 3 kmlik bir mesafe olsa da o yolu katiyen yürümeyin, çünkü yol çok dar ve ezilme ihtimaliniz çok yüksek. 

Gemi ile Mikonos'a gidip 1 geceden fazla kalmayacaklar için önerim, size plaj turu satmaya çalışacaklardır. Bunu almayın. 

Ben adayı bildiğim için saat 11'e kadar uyumayı tercih ettim. Arkadaşım ve benim dışımdaki herkes sabah plaj turuna katıldığından kalkıp kahvaltıya gittiğimizde tüm gemi bize tahsis edilmiş gibiydi. Ardından üzerimizi giyip shuttle ile Mikonos merkeze gittiğimizde arkadaşım ne denli doğru bir karar vermiş olduğumu söyledi. 1.si denize girmek istiyorsanız, sırt çantanıza havlunuzu ve mayonuzu atın, merkeze dek pek çok bölgede denize girebilirsiniz üstelik ücretsiz. 2.si tur alırsanız tüm günü plajda geçirdiğiniz için Mikonos'u ancak gece görebilirsiniz. İnsanlar plajdan yorgun geldiğinden dışarı çıkacak halleri de kalmıyor. Halbuki Mikonos çok güzel bir yer ve gecesi ile gündüzü kesinlikle bambaşka bir diyar. Biz arkadaşımla gündüz yaklaşık 4-5 saat Mikonos'u gezip bir şeyler yedikten sonra hem dinlenmek hem de geceye daha uygun bir şeyler giymek için gemiye döndük. Mikonos'ta hayat kesinlikle gece yarısından sonra başlıyor. Gündüz plaj turuna katılan bitap haldeki arkadaşımızı da alıp gece 11 shuttle'ı ile tekrar merkeze indik. Sabah 5 shuttle'ı ile de gemiye geri döndük. Hiç uyumamış olsak da tatilimizin en müthiş ve enerjik gün-gecesi kesinlikle Mikonos'tu. 

Mikonos'ta gündüz ne yapılır ? 
Müthiş derecede güzel sanat galerileri, enfes butikler, Küçük Venedik bölgesinde harika restoranlar ve görmeden dönmeyeceğimiz meşhur yel değirmenleri var. Ayrıca yüzmek istiyorum diyenler için güzel plajlar var. Adayı zaten pahalı yapan durum da bu. Butiklerde gördüklerinize aşık oluyorsunuz her şey özel tasarım, kumaşlar efsane güzel, sanat galerileri deseniz içinden ayrılmak istemiyorsunuz. Durmadan başka bir sokağa çıkan labirent yollar, kimi zaman en zayıf insanın geçmekte zorlandığı dar sokaklar, sokaklarda duran ama sanat eseri sandığınız minderli koltukları ile Mikonos sokakları tam bir görsel şölen. Denize girmek isterseniz, yukarıda belirttiğim gibi limandan adanın merkezine gidene dek ya da merkezde pek çok yerde ücretsiz ya da adanın uzak köşelerindeki koylarında ücretli-ücretsiz alanlarda denize girebilirsiniz(Ada plajları için bkz https://www.greeka.com/cyclades/mykonos/mykonos-beaches.htm ).

Gece ne yapılır ? Gece kendinizi sokakların ritmine bırakın, gelen müzik seslerine doğru gidip, size hitap eden yerde kalın. Biz gece sokakları arşınladıktan sonra -hem gündüz hem de gece- Küçük Venedik'te bulunan bir cafede oturduk. Gündüz meşhur manzarasıyla içimizi açtığı gibi, gece de hareketli ortamı, müzikleri ayrıca dalgaların da masaya eşlik etmesiyle eğlenceli saatler geçirmemizi sağladı. (Yer önerilerine aşağıda yer vereceğim)


Ada'da uzun süreli kalacaklar için tavsiye edebileceğim bir kaç otel var. Yalnız unutmayın ki bu otellerin geceliği oldukça yüksek, tabii muhtemelen daha uygun yerler de mevcuttur. Bunlardan biri (merkeze yakınlığından dolayı benim özellikle son 2 yıldır favorilerimden olan) Cavo Tagoo ile yine merkeze 5 dakikalık yürüme mesafesindeki Belvedere Hotel Mykonos, diğeri ise Ornos bölgesinde yer alan ancak plajı ve müthiş hizmeti ile oldukça lüks bir hizmet veren Santa Marina Hotel (https://www.santa-marina.gr/gallery#!#type=VIDEOS&item=1).

Yemek konusunda döner tarzı doyurucu ve atıştırmalıklar için en meşhur yer Jimmy's Gyros, daha ayrıntılı yemekler için Interni Restoran,  Hakkasan Restoran, dondurma için Galarte Ice Cream gibi şehir merkezindeki yerleri deneyin derim. Ama aslında daha da iyisi, akışına bırakın, ve canınız nereyi istiyorsa orada oturup yiyip için, Yunan Adaları da tıpkı ülkemiz tatil bölgeleri gibi pahalı ancak ülkemizden farklı olarak doyurucu büyük ve özenli porsiyonlar sunar. O yüzden rahat olun. 



  
           

23 Eylül 2017 Cumartesi

Cruise ile Yunan Adaları

Burada Adaları değil cruise yolculuğunu anlatacağım, çünkü çok uzun yıllardır seyahat eden bir insanım bu yaza kadar hiç cruise turuna katılmamıştım, bu konuda yazılmış doğru düzgün bir yazı da yoktu o yüzden gemi turuna cesaret edemiyordum. Temmuz ayında bir arkadaşımla beraber ETS'den satın aldığımız Atina ve Yunan Adaları turuna katıldık. Gemimiz Çeşme'deki Ulusoy Limanından kalktı. Biz önce kaldığımız otelden Çeşme Otogara kadar minibüsle gittik oradan da yine Çiftlikköy Minibüsüne binerek gemi limanının önünde indik. Minibüs şoförleri Çeşme merkezde inin, bavulu çeke çeke gidin niye iki minibüs yapıyorsunuz şeklinde yönlendiriyor ama dinlemeyin, benim zaten kolum rahatsız olduğundan bir şey çekecek halde değildim. 3 lira için 2 km arnavut kaldırımlı yolda bavul çekmenin de mantığı yok. Limana varınca önce bavulunuzu veriyor sonra gümrüğe giriyorsunuz, gümrükten geçtiğiniz zaman da dışarı çıkamıyorsunuz. İçeri girdiğiniz andan itibaren ETS görevlileri her yerdeler ve sizi her konuda çok güzel bilgilendirip yönlendiriyorlar. Sadece gümrükte değil, gemide de durmadan sizi bilgilendirme halindeler. 

Ben sizi gemiye binmeden evvel bizim de kafamızda soru işareti olan konular hakkında aydınlatacağım

*Gemi çok ama çok soğuk yanınızda muhakkak kapalı ayakkabı, kalın sweet, uzun kot pantolon tarzı giyecekler olsun, sebebini sorduk, mikroplar gemide çok hızlı ürüyor ve salgına sebep oluyormuş, mikrop ürememesi için belli bir derecenin üzerine çıkılmıyormuş. Geminin her yanında hijyen amaçlı hastanelerde olan sıvı mikrop kırıcılar var, her kapıdan geçtikten sonra el uzatmak bir müddet sonra alışkanlık halini alıyor 

*Susuz kalır mıyız, suyu bize gemide çok pahalıya satarlar mı endişesi her cruise seyahati yapacak
kişinin temel sorusudur. Gemide ne aç kalıyorsunuz ne de susuz ya da içeceksiz. Gemiye bir kez para ödedim o da Mikonos'taki shuttle içindi 10 euro...Bu arada biz tam pansiyon olan turu satın almıştık bilginize, diğer seçenekler için bir şey diyemem

* Havuz var mı? Sağ resimde gördüğünüz üzere ufak çaplı bir havuz vardı, özellikle çocuklar ve bazen de yaşlılar tüm yol boyu yüzdüler, havuzun altını camdan yapmışlar, hemen havuzun altında restoran vardı ve havuz aşağıya indiğinden yemek yerken onların durmadan yüzdüğünü görebiliyorduk

*Kamara küçük mü? Biz en uygun fiyatlı olanı aldığımızdan, kesinlikle küçük, ilk an bir şok, sonra alışıyorsunuz, iki kişi(küçük ama) ideal, banyosu, televizyonu, gardolabı, tuvaleti hatta aynanın önünde makyaj(tuvalet) masası, pufu, her şeyi var. Bavulları koymanız için yatak altı var, bilerek altını boş yapmışlar. fakat 4 kişilik bir aileyseniz sakın iç kabinlere yönelmeyin, çünkü kapılar açıkken gördüğümüz kadarıyla 4 kişilik iç kabinlerde, diğer iki yatak havada katlanıp açılan cinsten, yatarken sorun değil ama 4 kişi aynı anda aynı odada asla düşünemiyorum. Öğrendiğim kadarıyla daha pahalı kabinler de büyük değilmiş, çünkü neticede bu 1000 kişilik bir gemi ve gemiye bol miktarda kamara sığdırılmaya çalışılmış.        

*Mide bulanıyor mu, gemi sallanıyor mu? Şu an kendi soruma kahkaha atıyorum :)) Bu durum kişiden kişiye çok değişiyor, ben etkilendim arkadaşım etkilenmedi, ilk günden sonra alışıyorsunuz sanırım Mikonos'a varacağımız sabahtı geminin çılgın sallantısına uyandım, herhalde buz dağına çarptık :) diye düşündüm, baktım arkadaşım uyuyor, şimdi onu kaldırsam kalk yelekleri al gidelim desem zaten biz çıkışı bulana dek boğulur gideriz en iyisi uykuda ölmek deyip umursamayıp sırtımı dönüp yattım (ölümden korkmamak gibi tuhaf bir modum var yanarak ve işkenceyle ölmeyeceksem gerisini takmıyorum açıkçası) 3. gün yine çılgın bir sallantıyla uyandığımda baktım arkadaşım yine uyuyor ben çıkışı zaten bulamam (gemi inanılmaz karmaşık) öleceksek zaten öleceğiz, kalacaksam bari tırnaklarım güzel görünsün deyip sol elimle sağ el parmaklarımdaki ojeleri yeniledim, sonra dedim ki tamam ben olmuşum bu dalgada sol elle bu işi yaptıysam ben artık 1 yıl gitsem bana dokunmaz :))) ojelerim kuruyunca yine yatıp bir güzel uyudum oh miss :))

*Ayaktasınız ve mideniz mi bulanıyor hemen bulduğunuz yere yatın :) şaka değil gerçek, bebek ve beşik etkisi yapacak, çok iyi geliyor. Ya da çoğu kişinin yaptığı diğer şeyi yapın yemek saatinde ve gemide gezinirken alkol alın, o zaten kafa yaptığından ayırt edilemiyor sanırım. Ama demeliyim ki ilk akşam dışında sorun yaşamadım, ilk gün kendimi uzun koltukları olan boş bir mekana attım meğer geminin diskosuymuş, orada kafamı arkadaşımın kucağına koydum ayakkabıları da çıkarıp bacaklarımı da uzattım, bol sohbet bol manzara ile varacağımız yere ne zaman vardık anlamadım bile ama varana dek yattım. Biri bir şey der mi diye merak etmeyin, olduğumuz alanda (diskoda) bir iki masada kaptanlar vardı, yanımızdan geçerken hepsi ohh en iyisi biz de şimdi uyandık yatın gitsin sözleri ile bizi rahat etmemiz konusunda destekliyorlardı, gemiden atlamaya kalkmıyor ya da iç alanlarda sigara içmiyorsanız kimse size müdahale etmiyor.

*Personel nasıldı? Müthiştiler, öyle ki seneye de seyahatin yanına cruise turu eklesek mi diyoruz. 

*Yemekler nasıl, Türklere uygun mu? Kesinlikle evet, gemi Yunan gemisiydi, kaptanlar ve diğer personel karışık, İtalyan, Rus, Türk çoğunluk Korelisinden Danimarkalısına kadar personel vardı. Ama Türkiye'den ETS kaldırdığı için yemekler Türk usulüydü, çeşidi güzeldi, asla aç kalmıyorsunuz, tam pansiyon diyor ama diyelim ki saat 9-11 arası x salonunda kahvaltı var, saat 10-12 arası y salonunda brunch var 8-10 arası güvertede ayrı bir kahvaltı var, yani hangi saat uyansanız kahvaltı var. Ya da x salonunda kahvaltı bitti ama kahve içmek istiyorsunuz o halde y salonuna geçersiniz. Her gün kapınızın ardından ertesi gününü kahvaltı yemek saat ve salonlarından gideceğiniz yere kadar program atılıyor

*Gemi temiz mi? Evet odanız her gün temizleniyor, istemeseniz bile temizliyorlar. 24 saat boyunca temizlik var. O bakımdan çok memnun kaldım, her gün havlular değişiyor(iç kapının arkasına yere atmanız gerekiyor değişmesi için)  Ama ben umumi tuvaletler yerine genelde oda tuvaletimizi kullandım yine de ! Sonuçta personel ile birlikte 1000 kişi vardı gemide 

* Bu arada kontorlu kart sisteminden bahsetmek gerekir. Size bir kart veriyorlar kredi kartı gibi, o kartta günde 2 su, 2 sıcak, 2 soğuk, 2 alkollü içecek alma hakkınız var, buna ekstra para ödemiyorsunuz (içecek paketi bizde fiyata dahildi). Bu kart yemek saatleri dışında aldıklarınız için. Yemek ve kahvaltı saatleri, her şey sınırsız ve ücretsiz kartla işiniz yok ama diyelim ki, öğle yemeğinden sonra nescafe almak istiyorsunuz, ve geminin her yerinde yemek tamamen bitti, garsona söylüyorsunuz kartınızı alıp sıcak içecek hakkınızdan bir tane düşüyor, seyahat bittiğinde bu karttaki haklarınızın %90'ını bitirememiş oluyorsunuz. BU kart ayrıca sizin gemiye iniş çıkış kartınız, sürekli onu okutuyorsunuz, hatta dışarıda bir şey olur da polislik olursanız kart sizin ayrıca pasaportunuz, çünkü ETS tur, pasaportunuza Çeşme gümrüğünde el koyuyor. Bu sistemin güzel tarafı gemi kalkış saatinde gemiye binmeyenler görülüyor ve gemi rötar yaptırılıyor. Son kişi de gelince gidiyorlar.

*Ekstra tur tavsiye eder miyim? Asla, tavsiye etmem. tek bir tur dahi satın almadık toplamda tüm yolculuğa ödediğimiz para kişi başı 1200 Türk lirası, tur satın alanların hepsi mutsuzdu. Sanıyorum geminin en mutluları bizdik. Hatta bu sene bloğu youtube kanalına taşımam istendiğinden bolca video da çektik, kanaldan görüntülü anlatalım diye, o çekimlerden birinde çok komik bir şey oldu. Arkadaşım Oia'da beni çekiyor, ben sırtım denize yüzüm ona dönük şekilde anlatıyorum arkadaşlar biz Fira'dan 2,5 euroya otobüs bileti aldık, yaklaşık 40 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonrası Oia'ya vardık, bizim gemi ahalisi burayı gelebilmek için kişi başı 45 euroluk tur satın aldılar, sakın böyle bir şey yapmayın diye başlayıp Oia'yı ardından gezilecek yerleri yaklaşık 8-10 dakika anlattım (Santorini'de daha evvel 1 hafta kaldığımdan etrafı iyi biliyordum, ne yapılır ne yapılmaz anlattım). Videoyu bitirdik bir baktım arkadaşımın dibinde kocaman kalabalık bir grup, hepsi beni izliyor, önce onlara gülümsedim ama hepsi asık surat sonra bir baktım içlerinde iki kişi boyunlarında ETS kartı rehberlerin surat bozum olmuş tabi ama asıl olay, kalabalık isyan modunda :) onlar 2,5 euroya gelmiş biz kişi başı 45 euroya diye(düşünün ki içlerinde çiftler var kalabalık aileler var ve kişi başı ödedikleri para 45 euro) biz hemen kaçtık tabii :))  

*Şu an kendi youtube kanalımı açtım ve oradan da paylaşıyor durumda mıyım? Şu an için hayır, çünkü ona da üşeniyorum. Yazamadığım çok ülke ve şehir oldu o yüzden youtuba geç dediler, şimdilik daha geçemedim ama bir instagram canavarı olarak o videoların ufak da olsa bir kısmını instagramdan, resimleri de instagramın hikayesinden sık sık paylaştım. En azından arkadaşlarıma faydam dokundu, kanal açarsam ileride oradan da paylaşırım.    

*Gittiğimiz adaları buradan anlatacak mıyım? Başladık bir kere mecburen evet, ama çok hızlı yazma garantisi veremem 

8 Eylül 2016 Perşembe

Nice - Cote D'azur



Öncelikle mevsim konusundan başlayacak olursak, Nice'in mevsimi kesinlikle yaz. İlkbaharın son demleri de güzel olur, ama yaz idealdir. Çünkü Nice demek bence deniz demek. Nice, Akdeniz kıyısında, suyu oldukça tuzlu ama rengi Çeşme misali turkuaz, havası Akdeniz'den daha iyi, sürekli esen tatlı bir rüzgarı var. O yüzden bence kalkıp da sonbahar - kış dönemi gitmeyin, tüm hareketliliği dinamizmi ve eğlenceyi kaçırırsınız. Biz Nice'te her zamanki gibi https://www.airbnb.com.tr/ den kiraladığımız bir evde kaldık. Evimiz yürüme mesafesi olarak tren istasyonu ve plaja aynı uzaklıktaydı. Her iki tarafa da yaklaşık 6-7dakika yürüdüğünüzde varabiliyordunuz. Ayrıca çarşının da ortasındaydık. Son üç yıldır bu siteden ev kiralıyoruz, böylece hem daha uyguna geliyor hem de isterseniz kendi yemeğinizi pişirebiliyorsunuz. ama açıkçası Fransız topraklarında kendinizi Fransız mutfağına bırakın derim. Restoranlar hakkında bilmeniz gereken 2 uyarı: Fransız mutfağı Akdeniz mutfağı olup balık ağırlıklı olmakla birlikte yemeklerin %80'i alkolle pişirilir (balık ve midyeler dahil) buna karşın yemekler enfestir. 2. konu ise tabaklar çok ama çok büyüktür. Önünüze getirdikleri 1 kişilik yemekle rahat şekilde 2,5 kişi doyar. Örnek verecek olursam devasa boyutta 2,5 kişilik bir pizzayı tek kişiye getirir ve bunun karşılığı iyi bir restoranda 10-12 eurodur. Alaçatı'da ancak 5 yaşında bir çocuğun doyabileceği küçücük bir pizza 80 TL'dir. Sonra Türk turistler yurt dışına kaçınca turizimciler tarafından hain olarak adlandırılıyoruz, artık hesabını siz yapın. 


Üstelik Nice Avrupa'nın pahalı şehirlerdinden biri...Kaldığımız eve ne kadar ödediğimiz konusuna gelince, konum olarak muhteşem bir yerdeydi, evin 5 adım karşısında Nice'in en büyük süper marketi vardı, 2 oda, 1 mutfak ve banyoya sahiptik ve geceliği kişi başı 100 TL verdik. Üstelik harika bir ev sahibimiz vardı. Bu zamana kadar gördüğüm en centilmen ve ilgili Fransız'dı. Bizi apartmanın önünde karşılayıp da 16 yaşındaki minik kuzenime "bavulunu taşıyabilir miyim", dediği anda kalbimizi kazanmıştı. Üstelik o yetmezmiş gibi eve girdiğimizde dolaptan ütüyü çıkarıp "mutlu oldun mu" diye yanıma getirmiş sonra saatlerce Nice, Monaco, Cannes hakkında bilgiler vermişti. Yetmezmiş gibi, "beni her dakka arayın yardımcı olmaya çalışırım" deyince, hepimiz kocaman bir "vay canına" moduna gelmiştik. Ardımızdan airbnb'ye "çok iyi misafirlerdi" yorumu yazan Alain bizim için de bundan sonra Nice'deki tek adresimiz. Banyoya bizim için şampuandan, duş jeline kadar alıp bırakmış ama biz kendimizinkileri kullanmayı tercih etmiştik. 


Plajlara gelince, Nice'de kumsal yok, boydan boya plaj var ama tamamen taşlık, bu sorun oluyor mu? Size bağlı. Ama yok illa kum isterim derseniz Monaco yönüne trene binip "Villefranche Sur Mer"e gidebilirsiniz. Monaco treni sırtında plaj havlusu dolu gençlerle dolu oluyor, açıkçası biz Nice sahilde denize rahatça girdik. Sahil yan yana özel plaj, halk plajı, özel plaj,halk plajı şeklinde..Özel plajda şemsiye ve şezlong var. Şemsiye + şezlong 20-30 euro arası. Halk plajı bedava, duş yeri var, denizde özel plajın önünde yüzebilirsiniz problem yok, çünkü biliyorsunuz aslında sahillerin tamamı halka aittir. Bizim oteller sahilleri parsellediği gibi, plajın önündeki denizi de parselliyor ne yazık ki(kanunsuz şekilde). Biz tabi ki halk plajında yüzdük. Normalde de, zayıf olduğumdan, üzerinde minderi yoksa şezlong kullanmam, yoksa canımı yakıyor. 

Nice'te özellikle görülmesi gereken bir kaç noktadan biri meşhur Negresco Oteli, bir diğeri de Rus Catedrali. Nice, tarihi eserleri bol olan bir şehir değil. O yüzden aslında yaz şehri dedim. Biz gittiğimizde Euro 2016 vardı, Nice idarecileri tüm sahili ücretsiz oyun parkına çevirmişti. Gündüzler çok eğlenceli, akşamları ise FanZone'larda maç keyfi vardı.

Nice'ten ters yönlere trenle yol aldığınızda Monaco ve Cannes'a ulaşabiliyorsunuz. Batıya doğru giderseniz Cannes(40 dakika), doğuya doğru giderseniz(20 dakika) Monaco. Nice - Monaco arası tren 4 euro, Nice-Cannes arası git gel 14 euro kişibaşı. Cannes için 1 gün yeterli ama Monaco biraz daha zaman gerektiriyor. Belki Cannes ve Monaco'yu daha sonra ayrıca yazarım. Cannes'ı boşverin de Monaco'yu muhakkak görün. Kendimi fakir hissettiğim tek şehir :) ve bir tavsiye Nice'e gidip de Eze'yi görmeden gelmeyin, benim Milano'dan güney Fransa'ya gitmemin  asıl sebebi Eze'dir. Kuzenim de oraları görsün istedim.    

Ulaşımla ilgili 2 uyarı Nice havaalanı Fransa'nın en büyük hava alanıdır, benim de gördüğüm en büyük havaalanı, çok da karmaşık, ineceğiniz yeri, otobüse nereden bineceğinizi önceden öğrenin yoksa helak olursunuz. Nice tren garından havaalanına, doğal olarak da havaalanından Nice tren garına giden bir otobüs hattı var. 98 ya da 99 numara, emin değilim intrenet sitesinden bakınız. Havaalanına vardığınızda ücretsiz olarak havaalnının wifisine bağlanabiliyorsunuz. Diğer bir uyarı tren garı hakkında, gördüğünüz göreceğiniz en kalabalık tren garı, durmadan yolcu gelip gidiyor, 1 raydan karşıdaki diğer raya geçmeniz (alt geçitten- normal şartlarda 1 dakika sürer) 20 dakikayı bulabiliyor, çok kalabalık, o yüzden nereye gidecekseniz gidin gara muhakkak yarım saat erken varın. Terör saldırılarını geçersek, Nice sahilleri en güvenli sahil bölgelerinden çünkü şehrin her yanı polis dolu, tehlike arz etmediği sürece herkese güler yüzlü, rahatsızlık vermeyen şekilde devriye atıyor. Sahil boyu bisikletli polislerle dolu.     


(alttaki fotoğraf Eze'den)

12 Temmuz 2016 Salı

Como Gölü

Uzun zamandır seyahat bloğuna yazmıyordum, ancak instagramdan paylaştığım Bellagio resimleri, Bellagio ile ilgili pek çok soruyu yanında getirince, blogda yazmak daha iyi olacak gibi geldi. Bellagio ve Varenna, Como Gölü'nün etrafında yer alan kasabalardan. Bu yaz için aslında önce yaptığım sonra iptal ettiğim bir İtalya programım vardı, oturup yaz ayında da ağır ağır çalışmayı planladığımdan İtalya'yı iptal etmiştim, ama sonra fark ettim ki aslında bitirmem gereken iş oldukça basit kolay tarafı da olan, bir kaç ayda bitebilecek durumda üstelik bir şeyleri düzelteceğim derken ben bunca zaman boşuna onca emek döküp mücadele etmişim. O yüzden ekime kadar kendime tatil ilan edip, seyahat etmeye karar verdim. Eşim Venedik'e sempozyuma gidecekti, kuzenimle birlikte hemen onun peşine takılıp, Venedik'ten başladığımız seyahati epey uzatarak seyahatin ilk kısmını Güney Fransa'da sonlandırdık. Milano - Como benim isteğim üzerine Venedik sonrası gittiğimiz bir rota oldu. 


Como epey büyük bir göl, o yüzden üzerinde durmadan hareket eden katamaranlar, tekne ve vapurlar var. Como'yo gidenler genelde Como merkezi görüp dönerler, sonra da "şahaneydi" derler. Bu koca bir yalandır. Çünkü Como merkez şahane olmadığı gibi üstelik su çok da pistir. Ancak Como'nun minik minik pek çok köyü vardır, ve aslında şahane olan bu köylerdir. Milano tren istasyonundan Como'ya sık sık tren bulabilirsiniz yol yaklaşık 1 saat sürüyor. Como'da hızlı bir tur attıktan sonra Como'daki Duomo Katedrali'nin karşısında çok şık üstü açık bir restoran var isterseniz orada güzel bir yemek yiyebilir ya da daha uyguna take away takılabilirsiniz. Como tren istasyonun hemen yanında bulunan duraktan bizim yaptığımız gibi kişi başı 3,5 euro'ya otobüs bileti alıp 1 saat 10 dakikada Bellagio'ya varabilir ya da kişi başı 14 euro verip katamaranla göl üstünden Bellagio'ya geçebilirsiniz. Biz çok uzun bir seyahat planladığımızdan ucuz olanı yani otobüsü tercih ettik çünkü Bellagio'dan Varenna'ya zaten tekne ile geçecektik. Yani gölde seyahat de etmiş olacaktık. Ucuz olsun diye yaptığımız o otobüs yolculuğu 6 yaşından beri yaptığım seyahatlerimin en inanılmazlarından biri oldu. Kesinlikle bu otobüs yolculuğunu yapın derim. Sırf o yolculuk için Como tekrar gidilecekler listeme eklendi. Bu yolculuğa kadar Como benim için(bir arkadaşım ve ailesinin yaşıyor olması dışında) değersiz bir yerdi. Otobüs göl kenarından değil, gölün etrafında ağaçlarla kaplı dağların altından üstünden tepesinden döne döne gidiyor. Ve tabi ki durmaksızın gölü de izliyorsunuz. Gerçekten bir efsane. Bellagio zaten son durak, otobüs tekrar göl kıyısına iniyor. Müthiş güzel bir kasaba oldukça turistik. İlk iş Varenna'ya tekne saatlerine baktık, ardından merdivenlerden yukarı tırmandık. En üst fotoğraftaki sokak "dünyanın en güzel sokakları" listesindeydi, gitme sebebim de zaten buydu. Kuzenim bolca hediye aldı, ardından birer dondurma alıp yedik, zaten oldukça ufak bir yer 1 saatte gezip bitirebiliyorsunuz sonrası dinlenme. Kuzenim ile ben Milano'da güzel bir elbise bulmaya kararlı olduğumuzdan Bellagio'da 2 saatten fazla kalmayı gerekli görmedik ve 4.5 euro'ya Varenna için bilet alıp tekneye atladık. Tekne yolculuğu da gerçekten enfesti yaklaşık 15-20 dakika sürdü. Bizimkiler Varenna'yı Bellagio kadar güzel bulmadılar ama bana sorarsanız asıl Varenna müthişti. Bellagio turistik olan o yüzden çok kalabalık, Varenna ise daha yerel halkın olduğu ama oldukça zengin bir kasabaydı. Milano'ya dönüşü Varenna tren istasyonundan yapacaktık o yüzden arka sokaklarına dek görmek mümkün oldu gerçekten muhteşem. Varenna tren istasyonuna aşık oldu her yer yemyeşil, mis gibi çiçek kokuyordu.

Varenna'dan Milano da yaklaşık 1 saat sürüyor, bilet 6.7 euro, Milano(Cadorno Tren istasyonu) - Como trenle 4.8 euro, o da 1 saat sürüyor. Geziyi Varenna, Bellagio, Como şeklinde de yapabilirsiniz ama o zaman büyük bir hüsran yaşarsınız bilesiniz. Etrafta görülebilecek başka kasabaları da var, ancak açıkçası ben Bellagio'yu hedeflemiştim kendimizi de çok yormak istemedim o yüzden dinlene dinlene yalnız bu 3 yeri gezdik. 

Not: Muhtemelen Milano'yu yazmam, çünkü yarım günlük bir şehir meşhur Duomo'su vs, ile moda başkenti olması dışında işim olmadığı sürece gitmediğim bir şehir, bu sefer uğrama amacımda biraz ondandı, Diğer yandan hakkını yemeyelim İtalya'nın en zengin en temiz şehri, erkekler podyumdan fırlamış gibi, inanılmaz tarz, ve muhteşem kokuyor ama turizm açısından en zayıf şehri demek yanlış olmaz. Biz Milano'da oldukça modern dizayn edilmiş bir rezidansta kaldık. En üst katında kalıyorduk balkonundan Duomo görünüyordu özellikle geceleri ışıl ışıl yanarken balkonda kahve keyfi harikaydı. Milano hakkında merak ettikleriniz olursa ona da cevap veririm. Nerede kalınır, kaç gün yeterli gibi..               








22 Kasım 2014 Cumartesi

Freiburg - Germany



Uzun süredir buraya yazmıyordum, çünkü başladığım zaman yazmayı bırakamıyorum, yazı uzun olunca şikayetler artıyor, kısa tutmayı da ben beceremiyorum. Üstelik öyle çok yer birikti ki yazmayı göze alamıyordum ama sonra bir arkadaşımın da anımsattığı gibi hepsini yazmak zorunda değilim. Bir de niyeyse artık gezilerim gizli kalsın istiyorum. Son bir yıldır inatla gittiğim(iz) (ve daha da çok gideceğim(iz) bir yer oldu Freiburg. İnsanlar "neden Freiburg, nasıl gideriz, nerede kalırız" gibi sorularla geliyor, o yüzden toptan bir cevap olsun istedim bu yazı.

Öncelikle şunu belirtmeliyim herkesin tatil anlayışı, istekleri farklıdır. Beni mutlu eden bir yerin sizi mutlu edeceği garantisi yok. "Neden Freiburg" ile başlayacak olursak, ilk başta özel bir sebebi yoktu. Hatta gezmekten bıkmış bir haldeydim, herhangi bir yere kımıldamayı da düşünmüyordum ki bir gün google plusda bir resim gördüm ve çok etkilendim, sonra "kesinlikle orada olmalıyım, o banka oturup o havayı koklamalıyım" dedim, (sağda görüldüğü üzere oturup kokladım da) ardından nerede olduğunu öğrendim, biletlerimizi aldık ve Freiburg'un yolunu tuttuk. Freiburg Alman topraklarında olduğu için en yakın havaalanı da 
Stutgart'ta olduğu için Stutgart'a uçak bileti almak gibi bir hata yaptık, halbuki Freiburg İsviçre ve Fransa ile dip dibe ve Basel Havaalanı Freiburg'a trenle 1 saat. Yani gidecekseniz bizim ilk seferde yaptığımız gibi Stutgart havaalanını değil Basel havaalanını kullanın. Basel havaalanında indikten sonra tramvay ya da trenle BadBahnhof'a gidin oradan da trenle Freiburg merkeze geçebilirsiniz. Yanlış anımsamıyorsam bir kişi 13 euroydu( en azından 5 ay önce öyleydi). Kalacak yere gelince ben otel yerine ev tercih ediyorum böylelikle kendi yemeğinizi de pişirebiliyorsunuz, çünkü yemek konusu bir müddet sonra kabusa dönüşebiliyor. Böylelikle dışarıda mecbur olduğum için değil, tatmak istediğim için bir şeyler yiyorum. Kalacak yer için bu link size yardımcı olur https://www.airbnb.com.tr/rooms/355921. Uçak biletine gelecek olursak uygun biletlerinden dolayı pegasus havayolları tercihim. Bu zamana dek (Avrupa için )bir kez gidiş geliş tek kişi 300 TLden fazla verdim, o da geçen haziran ayıydı, ani bir gidiş olmuştu o yüzden biraz pahalıya patladı. Onun dışında pegasus kampanyaları takip edildiğinde gidiş- dönüş 200-300 TL arası Avrupa'nın her tarafına bilet bulmak mümkün. 
Freiburg, Strassbourg(Fransa) ve Basel(İsviçre) ile yan yana, bu yüzden Freiburg gezisini 3 farklı bölge gezisine çıkarabilirsiniz. Benim gezi için genel tercihim Kasım 15 sonrasıdır 2 sebepten dolayı. Birincisi Avrupa'da noel kutlamaları başlar, ve şehirler hediye paketine dönüşür, ve dışarısı ne denli soğuk olursa olsun gece yarılarına dek tüm şehir sokakta olur. İkincisi ise kasım ayı Avrupa'da indirim ayıdır. Normal sezonda 500-600 euroya sattığı ürünü dahi 20-30 euroya kadar düşürür. Bu Avrupa için bir gelenektir. Sakarya'da yaşayan bir bayan içinse bu bir nimet. Sattıkları ürünler hem kaliteli, hem çok şık, hem de çok ucuz daha ne olsun ?  Freiburg'un yanı sıra Rudesheim, Heidelberg, Neuschwanstein gibi (daha ismini yazamayacağım)Almanya'nın farklı bölgelerini de ziyaret ettik, teyzemin ısrarı üzere gidip biraz fazlaca kaldığımız Heidelberg de diğerleri gibi kesinlikle görülesi yerlerden. Avrupa'nın ortasından nehir geçen klasik ortaçağ kasabalarından biri çok şeker. Ben mutfak olarak 3 ülke arasında kıyas yaparsak her zaman Fransız mutfağını tercih ederim, noel kutlamaları bazında bakacak olursak Heidelberg zaten Almanya'nın üst sıralarda yer alan kutlama merkezlerinden biri, Freiburg'daki yerler ufak, dar, fakat şirin ancak Strassbourg kesinlikle en üst noktada, çünkü onlar tüm şehri hediye paketine çeviriyor. Basel ise diğerlerinin yanında sönük kalıyor. Unutmadan Colmar da kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri.

"Israrla neden Freiburg" kısmına gelince, ufacık bir yer, tüm bölgeyi yürüyerek gezebiliyorsunuz, gördüğüm en şirin kasaba, masal köyleri gibi, insanları ise sıcacık. Türklerin çok sevildiği nadir bölgelerden biri, çünkü şehir çok ufak orada yaşayan Türkler de vasıflı insanlar. Mühendis, doktor vb üstelik Almancayı ana dilleri gibi konuşuyorlar, kurallara uyan insanlar ve Almanlar tarafından oldukça saygı görüyorlar. Bir müddet sonra yüzler aşina gelmeye başlıyor, şehir tren istasyonu ile iki kısma bölünmüş. Biz istasyonun sol tarafında kalıyoruz bunun anlamı şehrin merkezine yürüme 10 dakika uzaktayız :) çünkü merkez sağ tarafta. Şehrin sağ tarafı ayrı bir dünya ve benim bu zamana dek gördüğüm en güzel yer. Şehrin tamamı ağaçlar, ormanlar ve dağlar ile çevrili, hani şu meşhur BlackForest denilen bölge ile kaplı, o yüzden her yer mis gibi kokuyor. Sonbaharda orada olmanın en güzel yanı, sabah uyandığımda arabasına binecek insanların arabalarının üzerindeki buzu kazıdığını görmek, bana tuhaf bir haz veriyor. Çünkü sabahın köründe bir yere gitmek zorunda değilim, güneşle birlikte hava öğlene doğru epey ısınıyor. Etrafta gezilecek yerler çok, zaten her yer koca bir görsel şölen. Mutfağıma gidip kahve makinasına basıyorum, dışarının soğuğuna inat sıcacık olan odamda bir yandan kahvaltı hazırlarken gayet relax biçimde bir yandan da ne yapsam diye düşünüyorum. Freiburg'da yaşayan arkadaşlarımız (ilk gittiğimiz an yabancı olduğumuzu anlayınca sağ olsun kalacağımız yeri bulmak için Alman'ı Türk'ü koşa koşa yardıma gelmişti) ile buluşuyor ya da kendimizi şehre bırakıyor(uz). Geceleri güzel caz ya da klasik konserler veren yerleri de var. Ya da Freiburg'daki arkadaşların peşine takılıp güzel bir gece geçirmek için Basel'e doğru yol alıyoruz. Şehrin müthiş fırınları var Strassbourg'un nasıl sandiviççileri meşhursa Freiburg'un fırınları meşhur olsa gerek. İnsan fırına girip yarım saatini fırında geçirir mi ben geçiriyorum, müthiş bir çeşit yığını, neyi alacağımı şaşırıyorum, ellerimdeki poşeti ekmeklerle doldurup, marketten de ufak bir alışveriş yapıp doğru evin yolunu tutuyorum. Freiburg ayrıca bir üniversite şehri, "Freiburg Üniversitesi"nin kapısında dönüp dolanıp bir "ahh" geçirip hüzünlü gözlerle evin yolunu tutuyorum. Neyse ki bilgisayarım yanımda oluyor da, yaptığım çalışmalara bilgisayardan devam edebiliyorum. Şimdi ne dediğinizi duyar gibiyim, insan tatilde çalışır mı? Orayı artık turistik bir yer olmaktan çıkarıp eviniz olarak benimsediyseniz çalışır. Üstelik herkesin nerede olduğunuzu bilmesini istemiyorsanız bilgisayarınızın ayarını Türkiye ayarlarında bırakırsınız, akşamları facebooktan yazıştığınız arkadaşınız bile sizi evinizde ders çalışıyor sanır.  Kısacası Freiburg cidden kendimi iyi hissetmemi sağlayan bir yer oldu. Bunu en çok geçen yaz başında anladım. Kasımın o sert soğuğu gitmiş yerini tatlı bir bahar havasına bırakmıştı, etraf cıvıl cıvıl ama kışa göre daha sakindi. Hatta o tarih için diyebilirim ki İsviçre ziyaretlerinizi de yaza bırakın, Freiburg sonbahar ve kışın da çok güzel ama İsviçre için aynısını söylemek mümkün değil. İsviçre yazın bile ancak bahar havasında. Freiburg benim için turistik bir bölge olmaktan çıktı, artık daha çok kafa dinleme, huzur içinde çalışmalarını sürdürebileceğim bir yer haline geldi, ama bana hitap ettiği şekli ile size hitap eder mi bilemem. 

Fakat diyebilirim ki yeşili ve tarihi seviyorsanız, Alman bölgeleri benim bu zamana dek gördüğüm en güzel yerler.

                

6 Kasım 2012 Salı

Roma'yı Sevmedim Çünkü


Not: başlamadan evvel resimlerle ilgili belirtmeliyim ki, bu resimler onca güzelliğin arasında seçilmiş üç beş fotoğraf değildir. Aksine ben tarihi eser kadar şehir fotoğrafı çekmeyi seven biriyimdir ve bolca resim de çekerim ama bu sefer şehri oldukça az çektim, çünkü içimde çekme dürtüsünden çok tiksinti dürtüsü oluşturdu. ve bu resimlerin hiç biri şehrin arka sokağı falan değildir, gayet  şehrin göbeğidir. Şehrin tüm binaları (tarihi eserleri hariç) lüks dükkanların olduğu bir kaç bina da hariç böyledir. Bunları da örnek olsun diye en son gün 10 dakika içinde çektim (yani 10 dakikada bunları çekiyorsam 7 günde neleri çekerdim siz düşünün). lütfen resimlere tıklayıp yakından inceleyin.

Bu sıralar oldukça yoğunum o yüzden bu sefer ki seyahat yazısı öncekilerden farklı olacak, önceki yazı yarım kaldığı gibi açıkçası Roma’yı yazılmaya da layık görmüyorum. Onun yerine Roma’yı neden sevmediğimi maddeler halinde anlatmaya çalışacağım. anlatıklarımın biri yanlışsa çıkıp söyleyin lütfen.  Roma’yı sevmedim çünkü:


1-Uçağım İtalya Havaalanına indikten hemen sonra havaalanında beni bekleyen eşimle buluştum,  daha sonra çok önceden parasını ödediğimiz ve bizi şehre götürecek otobüse binmeye gittik bu sırada (otobüs saatimize en az 20 dakika olmasına rağmen) eşim beni koşturuyor, ve dışarıdaki sağnak yağmur ve soğuk havadan dolayı üzerime kat kat giyinmemi söylüyordu. Ben iyi de nasılsa otobüsümüze bineceğiz ne var bunca şeye diye diretiyor, otobüsün kalkış saatinde dışarı çıkarız diyordum ki o beni inatla giydirip peşinden dışarı sürükledi. Önü arkası açık, neyseki yol geçtiği için tepemizin kapalı olduğu ama rüzgarı bol ve yağmur serpintili bir yerde yarım saatten fazla insan yığınlarının arasında bekledik. Üstelik rezarvasyonumuz ve biletimiz olmasına rağmen, ilk otobüse binemedik. 
Eşime nedenini sorduğumda “üç kağıtçı bunlar, düzen müzen yok” dedi. Hatta konuştuğumuzu duyan birkaç Türk  yanımıza gelip “bunlar bizden beter” dedi. Tüm o soğuk ve kaosun arasında büyük bir Fransız grup vardı onlar sayesinde çile dolu bekleyişimiz benim de onlara eşlik etmemle eğlenceye dönüştü. Gelen her otobüste oooooooooOOOooooo sesleri yapıyor bizimki olmadığı anlaşıldığında aaaaAAAAAaaaaa diye bağırıyorlardı bizle birlikte pek çok insan da onlara katılınca bir müddet sonra bir stad dolusu insan gibi ses çıkartmaya başlamıştık, bizi es geçen otobüslere el sallıyorduk hatta onlar da bize korna çalıyor insanlar karşılık veriyordu falan. Onlar da arada yılıp Michell diye sesleniyorlardı Michell anladığımız kadarı ile grubun lideri, rezarvasyonları o yaptırmış hatta bir ara ben de Michell diye bağırıp zavallı adama takılmaya başlamıştım.  Neyse ki tıkış pıkış dalmayı başardığımız otobüsün bir diğer sorunu şu ki, bagajlarınızı kendiniz yerleştiriyorsunuz, bu daha da kaos yaratıyor 40 bagajlık yere millet gelişi güzel attığından sonrakilere yer kalmıyor ve arabadan ilk inenler kendilerininkine ulaşana kadar üsttekileri yere fırlatıyor.
2-Otobüse bindikten kısa süre sonra anladık ki Roma’da çok ciddi bir trafik sorunu var. 25-30 kmlik yolu 2 saatte tamamladık, bu durum bizi öyle yıldırdı ki neşeli Fransız grubu bile bir müddet sonra sus pus oldu. Zaten trafiğin nasıl bir sorun olduğu şuradan belli, turiste Roma içinde araba kiralanmıyor. Trafiğe hakim olamazlar diye. Hatta Romalı olmayan İtalyanlara da kiralanmıyormuş.  Bunu bilmek bile aslında çok şey anlatıyor çünkü ciddi anlamda gelişmiş ülkelerde trafik sorunu olmaz çünkü ulaşım ağı çok iyi olduğundan insanlar araba kullanmaz. Roma’ya doğru giderken gördüğümüz binalarsa tam bir hayal kırıklığı pis, eski, bakımsız binalar herkesin suratı düşüyor, Roma’nın çok farklı olacağını umut ediyorum.
3-Ana durak Termini’de indik. Otobüs bir türlü gelmeyince, yürümeye karar verdik. Zavallı eşim benim bavulumla önde ben şemsiyeyi bir ona bir kendime tutuyorum. Dizimin üzerine kadar çizme var, ancak onlarda da bizdeki gibi alt yapı sorunu olsa gerek bazı yerlerde su göletleri oluşuyor ve benim çizmeler löp löp suların içinde, yolun ortasında otobüse rastlıyoruz. Otele vardığımızda çizmenin içini dışını, üzerimizdekileri  bırakın bavulum bile (nasıl olduğunu anlayamadığım  şekilde) su almıştı. İlk iş kıyafetleri bavuldan çıkarıp odanın orasına burasına asıyorum oda bir anda bit pazarına dönüyor ama moralimi bozmamaya çalışıyorum. Eşim sürekli olarak otobüs yağmurdan gelmedi heralde deyip duruyor. Moralimi dik tutmaya çalışıyorum. Yanımda 2 çift ayakkabım daha olduğu için mutluyum kuru bulduğum birkaç kıyafeti bulup giyiyor. Yağmurun hafiflediği bir vakit yemeğe gitmeye hazır olduğumu söylüyorum.
4-otelimizin lokasyonu iyi termini’ye pek uzak değiliz, durak hemen karşımızda gidip bekliyoruz ancak, otobüsler yine gelmiyor yağmur ve rüzgarın altında beklerken eşim yine söyleniyor “yağmurdan heralde” diye. Nitekim termini’ye varıyoruz fazla hareket etmek istemediğimizden hemen dibindeki McDonalds’a zıplıyoruz. Eşim tepsiyi alıyor yemeye başlıyoruz derken içeri sakallı bir amca daliyor, karşımdaki Japon turist çiftinin masasına yöneliyor kadından bir çığlık kopuyor ne olduğunu tam göremiyorum.  Ama Mc görevlilerinden hiçbir müdahale yok. Amca göz hizamdan çıkmış durumda derken önümdeki tepside bir el ve eşimin bağırtısı, amca patatesleri avuçluyor. Sonra durumu anlıyorum her masadan avuç avuç bir şeyler alıp ağzına atıp gidiyor. İşte o an moralmen çöküyorum hemen önümdeki hamburger kutusuna patateslerimin geri kalanını doldurup dışarı çıkıyor amcayı bulup paketi veriyorum. Amca paketi alıyor ardımdan bağırtışlı şeyler söylüyor eşime göre “içinde hamburger olmadığı için küfrediyormuş”. Kafamdan 2 şey geçiyor , birinicisi o açken ben yurt dışına tatile gelme lüksüne sahip olduğum için müthiş bir suçluluk duygusu, ikincisi böyle bir olayın olmasına Türkiye’de asla ve asla izin verilmeyeceği.  Havaalanından yola çıkıp da binaları görmeye başladığımdan beri hep aynı şeyi düşünüyorum “bu insanlar fakir”

5-Mc Donalds’tan çıkıyoruz, otele dönmek istiyorum. Alıcı gözle etrafa bakıyorum eşimin neden burası “zenci şehri” dediğini anlıyorum. Cidden etraf Nijeryalı, Angoralı zencilerle doldu. Neredeyse 1 metrede bir zenci var. Bir de Pakistanlı Hintli gibi duran Asyalı siyahi insanlar grubu var. Günler sonra anlayacağım ki Roma’da 3 büyük grup var:
a-çakma çantacı grubu: ilk saydığım zenci grubu
b-şemsiyeci grubu: ikinci saydığım siyahi grup
c-dilenci grubu:  bunlar İtalyanlar
ve bu üç grup ciddi anlamda ayrışmış kimse bir diğerinin işini yapmıyor. İtalyanlar dilenme işini kesinlikle diğerlerine kaptırmamış. Kabul etmeliyim ki ben ilk etapta Asyalı gruplardan ve zencilerden korkmuştum ama gördüğüm kadarı ile bu insanların bir şey satmaya çalışmak dışında kimseye zararı yok (gördüğüm kadarı ile diyorum altını çizerim).  Fakat başka türlü zararları var.
6- Şehirde ciddi anlamda büyük markalar var Via del Corsa gibi bir sokakta alışveriş yapmasanız da Prada, Guccci, Valentino, Hermes gibi mağazaların önünden defalarca geçesiniz geliyor ancak çok ilginç ve itici bir taraf var ki o da şöyle, çakma çanta satanlar tüm bu markaların önünde oturmuş çanta satıyor. Resmen şok geçirilecek bir durum. Çok çirkin bir görüntü, satmasın demiyorum satsın o da parasını kazansın ama tutup da o mağazaların önünde değil. Türkiye’de böyle bir şeyin olabilmesi mümkün mü asla değil. Üstelik bunu yüzlerce polis ve zabıtanın olduğu yerde rahatça yapabiliyorlar bu size çok şey anlatmıyor mu?
7-şemsiye satan gruba da lafım yok, onlar da satıp kazansın parasını ama döndüğünüz her delikte onlardan birine rastlayıp hayır demekten yoruldum bir haftada abartısız 80 kişi gelmiştir.  Halbuki ben rahatça şehri dolanmak vaktimi şehre ve tatile sarfetmek istiyordum.

8- Dilenci gruba gelince sanırım en çok bunlardan çektik. Adamlar resmen yakanıza yapışıp bırakmıyor. Üstelik o kadar çoklar ki, resim çekeceğim zaman bile adam kareye girip geliyor para diyor, kiliseye gireceğim para diyor.  Yani sürekli bir taciz var, bir müddet sonra mekanlara girme arzunuz bitiyor çünkü kapısında dilenci. Mekanları es geçmeye başlıyorsunuz. Dün en sonunda Pizza Nova’daki büyük kilisenin önünde dilenci ile kavga edip “I am not Christian  so I won’t give Money .ok.”diye bağırdım. Eşim sesime gelip ne oluyor dedi. Para istiyor dedim, “verme” geç niye muatap oluyon dedi. İyi de ben de öyle yapmıştım ilk önce para vermeyip sessizce resim çekmek için pozisyon alıyordum ki  bana doğru kalkıp geldi ben yine no dedim, makinayıo bir daha kaldırıp resim poziyonu almıştım ki dilenci bana sinirlenip boynundaki haçı sallamaya başlayınca kendimi “I am not Christian  so I won’t give Money .ok.” diye bağırırken buldum. Türkiye’nin tamamını ve tarihi yerlerini gezmiş biri olarak söylüyorum ömrümde böylesi tacizler yaşadığımı bilmiyorum. Geçen hafta tvde izlemiştim dilenci kadının biri İstanbul’da arap tursitlere sardırmış, polis yakaladı yaka paça götürdü. Roma’da dilenmek legal görünüyor, hükümet onlardan vergi alıyor bile olabilir. Çünkü dünyanın en turistik şehrinde,  -Rönesansın doğduğu yerde her şeyi geçtim Avrupa’da ve Avrupa Birliğine üye bir ülkede- binlerce polisin cirit attığı yerlerde bunlara müsaade ediliyor olmasının anlamı başka ne olabilir ki?
9-gelelim şehrin binalarına, sokaklarına, kaldırımlarına. Tarihi yapıları çıkardığımızda geriye çok ama çok kötü bir şehir kalıyor. Bütün binalar dökülüyor, tüm mağaza ve binaların üzeri sprey boyalarla yazılı, kaldırımlar berbat, hani filmlerde gizli taşlar olur o biraz ayrıktır onu itersin kapı açılır falan, aynen taşlar kaldırımlar ve hatta yollar öyle. Araba yolları zaten yamalık, bazı yerler bayağı bir oyuk, kaldırımlarda bavullarınızı rahatça sürüyün ya da engellilerin arabaları rahat insşin çıksın diye rampalı bitişler yok. 3 çift ayakkabımdan birini de bu kaldırımlar ve yollar sayesinde yitiridm yarın tamire götüreceğim. Yolların kötü olması dolayısıyla çok çabuk yoruluyorsunuz. Tabanlar ekstradan ve çabuk şişiyor. Sakarya bile Roma’ya bu açıdan büyük bir fark atar. Hani onlar AB ülkesi medeniyetin beşiği ya ondan Sakarya ile kıyaslıyorum. Yolları geçtim, adamların bakanlık binaları bile dökülüyor. Sıva dökükleri boya dökükleri bir yana bir de pislik içinde yüzüyor tüm binalar. Bayrakları da pis kimi solmuş gitmiş. Arkadaş arada yenisini yaptır taktır yok. İşte bu noktada insan Tayyip Amca’nın eline eteğine kapanmak istiyor. Belli ki Berlusconi paraları hatunlara yedirmekten binaya ya da şehre yatırım yapamamış, yazık. AKP hükümeti şehirlere yollara binalara yeni yapılara yatırım yapıyor, görüntüye önem veriyor.

10- Binaların bakımsızlığından başlamışken, temizlik konusuna değineyim, şehir çok pis. Yollar pis, kaldırımlar pis her yer çöp. İtalyanlar çok sigara içiyor ve bitince hemen yere fırlatıyor. Halbuki çok fazla çöp tenekesi ve sigaralık var etrafta geçerken yanlarından masus bakındım içlerinde 1-2 izmarit vardı. Türkiye halkı bu konuda daha özverili o çöplüklerin yanında içen çok insan görürsünüz ülkemizde. Tuvaletleri ekstradan pis, oldukça lüks bir yere gidiyorsunuz wcye gitmeniz gerekiyor, klozetin üzerinde kapağı yok taşın üstüne oturmalısınız, bir de pis olduğundan oturamıyorsunuz tabi. İnanın birkaç sefer gezimizin ortasında otele dönüp wcyi kullanıp tekrar gezimize döndük. Böylece en az 1 saatiniz kayıp oluyor. Wc si düzgün olan Piazza Novana’da 1 restaurant vardı, bir de İspanyol merdivenlerinin yanındaki McDonalds vardı. Gerisi lüks ama pislik içindeydi. Üstelik sıvı sabunlukları da genelde boş. Islak mendilleri zaten yok. Roma’daki hiçbir büfede ıslak mendil satılmıyor bir gün sıvı sabun bulup da elimi yıkayamadığımdan, kolanyaları da yok ve saatler süren gezi boyunca hiçbir büfede ıslak mendil olmadığından sonunda geziyi kesip Termini’ye gittik ve büyük marketten 2 paket 80 lik ıslak mendil aldık.
11- Şehirciliğin ne denli kötü olduğunun en büyük örneğini 2 akşam önce yaşadık. O olayı görmeden evvel de zaten kendi kendime düşünüyordum, bu şehir de hiç “özürlü” vatandaş yok mu diye. Çünkü etrafta hiç görmedim adamlar sokak hayvanlarını toplatıp katlettikleri gibi onları da yok mu etmişler diye kötü bir düşünce ilişmişti kafama hemen kovaladım. Neyse 2 akşam önce belediye arabasına bindik, tekerlekli sandalyede bir kız vardı. Onu gördüm farklı bir boyuta geçtim zaten o ayrı.  Onu görünce hemen kapıyı incelemeye başladım. Kapıda rampa  yoktu, inip kalkıyormuş gibi bir hali de yoktu. Düştüm onun derdine, eşimle onu konuşuyorduk “merak etme inip kalkan sistem vardır” dedi. Aynı yerde indik hemen gitmedim baktım bir kadın vardı o indirmeye çalışıyordu hiçbir sistem yoktu hemen eşime seslendim el attık, bir de bir amca indirdik kızı aşağı. Hatta tesadüfen dönüşte de bizden sonra bindiler başka bir yerden  kadın önce arabaya binip yardım istedi sonra insanlar el attı da öyle kaldırdılar sandalyeyi arabaya. Durak otobüs göre çok alçakta. Diyeceğim o ki Türkiye bu konuda ileri boyuttadır. Bazı araçlarda rampa bazılarında otomatik sistem vardır. Sonra bir örnek daha tek bir kör kadın gördüm ama epey görüyor gibiydi (çok şükür), trafik lambasına yeşil için düğmeye bastı, dinledim lambayı konuşacak mı diye ne yazık ki hayır konuşmadı. Ve binlerce kere daha şükür ki Türkiye bu konuda da ileridedir. Bizdeki trafik lambaları yeşil yandı geçiniz diye konuşur. İşte bu iki olay etrafta neden özürlü görmediğimin cevabıydı çünkü özürlüler, birine muhtaç edilmiş ve eve bağımlı kılınmış bugün Türkiye’deki körler tek başlarına facebook kullanıyor.
12- Roma’nın her tarafında her şey için kuyruk var bazen kuyruk abartısız binleri buluyor (Vatikan için durum buydu). Galeriye gireceksin kuyruk, dondurma alacaksın kuyruk, şapele gireceksin kuyruk, müzeye gireceksin kuyruk, wcye gideceksin kuyruk, resim çekeceksin kuyruk, küfür edeceksin kuyruk J. Yani paramla nasıl rezil olurumun cevabı burada yatıyor sanırım. Hiçbir yere girmedim çünkü 3 saat kuyrukta dikeldikten sonra insanın  bir yer görecek hali falan kalmaz. Adamlar her yeri paralı yapmış dolayısıyla kuyruklar alıp başını gidiyor. İnsanın dini mekanı bile paralı olur mu arkadaş? Tursitten bu denli para kazanıyorlar ama şehre en ufak bir yatırım yok. Hayır turist olarak bana yatırım yapmasından bahsetmiyorum şehre biraz yatırım yapsın yazık günahtır. Halk resmen aç. Bu arada tabi havaalanında da müthiş bir kuyruk buna hadi neyse diyecektim taaki İsrail, ABD ve United Kingdom vatandaşları için yapılmış özel kısımları görene kadar. Yani AB ülkeleri ve İngiliz, İtalyan, İsrail vatandaşlarına sıkıntı yok ama bizim gibi ülkelere sıkıntı var. Bu aslında Roma’da neden çok fazla Yahudi var sorumun da cevabı olabilir.
13- ha bir de adamlar müsrif, tüm çeşmeler durmadan akıyor, tıpa mıpa yok. Bir an suyu geri mi dönüştürüyorlar diye korkunç bir düşünceye daldım o yüzden hiçbir çeşmede su içmedim. Ya da ey pis halk bakın her yerde su var ellerinizi bari yıkayın mı demek istemişler onu da bilemedim. Sebil iyidir yaptırandan Allah razı olsun da müsrfilik de günahtır be kardeşim.
Toparlayacak olursak tarihi eserleri kesinlikle görülmeye değer, çok güzeller sonuçta Antik Roma’dan kalmadır. Ama şehir olarak Roma oldukça kötü bir şehir. Gördüğüm en kötü Avrupa şehri. Şehircilik açısından bırakın Avrupa’yı Sakarya’nın yarısı olamaz (hele de Türkiye’nin en temiz şehri ödülüne sahip olduğumuzu düşünürsek). Belediyecilik diye bir şeyi zaten yok, toplu taşıması sıkıntılı, yolları, kaldırımları, düzeni, her şeyi kötü. Şehirdeki onca taciz, sıkıntı beni alakadar etmez ben tarihi eserlere meraklıyım diyorsanız buyurun gidin. Ama bence Roma demek paranla rezil olmak demek.