29 Temmuz 2012 Pazar

Santorini Adası 3 - Thira


Adadaki 3. Günümüzde nihayet filmden görüp de aşık olduğum Santorini’yi görmeye yani (Thira diye yazılıyor ama Fira olarak okunuyor, Fira yazmak kolayıma geliyor)Fira’ya gidiyoruz.. Fira'ya gidebilmek için sabahın erken saati kalkıp resepsiyona indik. Resepsiyonda bizim gibi servisin gelmesini bekleyen insanlar vardı. Daha sonra arkadaş olacağımız yaşları 20 ile 50 arasında değişen bu kadın grubu ilgimi çekti, çünkü yaş olarak ve tip olarak birbirlerine yakın olmamalarına rağmen birbirlerini tanıyor gibiydiler(Avustralya’dan gelmiş, kısa bir Avrupa turu yapacak (20 güncük kadar) olan bir okulun öğretmen grubuymuş, bu konuya daha sonra ayrıntılı olarak değinmek istiyorum). Daha önce de belirttiğim gibi kişi başı 4 euro verdikten sonra servis sizi adanın her yerine (Oia hariç orası 10 euro) bırakıyor. Arabada Kamari’ye gitmek isteyenler vardı ancak biz Fira’ya gitmek istiyorduk bunu duyan grup da bizden ötürü Fira’ya gitmeye karar verdi ancak anlamadığım nokta bizim konuşmamızı nasıl anladıklarıydı, çünkü kendi dilimizde konuşuyorduk . Ama tabi bu işimize geldi böylece araba bir de Kamari’ye gidip oradan dönmeyecekti ve ben Fira’yı görmek için yanıp tutuşuyordum.  Minübüs bizim otelin insanlarını aldıktan sonra iç tarafta kalan diğer oteline gidip oradan da 1-2 yolcu aldı, onların da Fira’ya gideceği anlaşılınca Fira’ya doğru yola koyulduk. Öğretmen grubundaki 50li yaşlarındaki kadın Baha’ya bir şey sordu ama şu an ne sorduğunu anımsamıyorum. Türkçe olarak kimse ile konuşma, sohbet etme ve kaynaşma yetisine sahip olmayan eşim her zamanki gibi yabancı birini buldu mu sohbet etmeye doyamıyor. Daha sonra balayı için geldiğimizi, Türk olduğumuzu, kendisinin akademisyen benim tarihçi olduğumu anlattı. Kadın benim İngilizce bilip bilmediğimi sorduğunda ben hevesle atlayıp, “I know, I understoond you, but I don’t speak”  dedim (English deyip cümlenin sonunu getiremeden) baha şiddetle bana bakıp “can’t” diye bağırdı, sonra tekrar “can’t” diye sessiz şekilde bağırdı ve kadına bakıp düzeltti “she can’t speak English” neden kızdığını anlamıyorum ama ben de gülümseyerek “I am sorry, I can’t speak Engilish” diyorum.  Kadın gülümseyip yola bakıyor. Eşim hemen açıklamayı getiriyor,  “don’t diyerek kadına ukalalık yaptın, İngilizce biliyorum seni anlıyorum da ancak İngilizce’yi konuşmaya layık görmüyorum dedin, oysa can’t kullandığın zaman konuşmayı beceremiyorum anlamı çıkıyor” dedi. Demek neymiş bazı şeyler kursta değil hayatın içinde yaşanarak öğrenilirmiş, bu benim yurt dışına ilk çıkışımdı oysaki eşim masterı dolayısıyla İsviçre’de yaşamıştı. Yanımda tecrübeli biri olduğu için sevindim. Özür dilercesine kadınla sohbete çalıştım, işini, seyahatinin kapsadığı alanları vs vs. sonunda Fira’ya vardığımızda güler yüzle ayrılmayı başarmıştık.

Fira yolunda uzun süre deniz kenarındaki yoldan ilerledik, bir müddet sonra yokuş tırmanmaya başladık, yokuşu tırmandıkça yol güzelleşti, gerçi denizi göremez olmuştuk ama gördüğüm her şey ama her şey heyecanlanmama sebep oluyordu, yokuşu tırmandıkça yerleşimin arttığını, adanın nefes alıp verdiğini gördük. Beni en çok o yolda ne etkiledi bilmiyorum, yol boyu beyaz evlerin birbiri ile yarışırcasına dizayn edilmiş mimarileri mi, ara ara denizin yüksekten görünen nefes kesici manzarası mı yoksa dükkan olarak kullanılan ufak bazı yapıların önündeki domates bağları ve boy boy satılan reçel, konserveler mi? Belki de tamamı, ama en çok da adaya dair insanları yaşamları köylüleri görmekten hoşlandım, çünkü benim için bir yer insan varsa yaşanmaya değerdir. Günlerdir etrafım bizim gibi gezgin ya da turistlerle çevriliydi oysaki ben turist değil yerli görmek istiyordum,. kendimizi asla turist kategorisine koymam ben, biz tursit değil gezginiz.  Bu yüzden gideceğim yerin insanları ve arka sokakları benim için turistik olan yerlerinden çok daha muhimdir. Fira yolu boyunca atvler bize eşlik etti, eşime “bunu ben de sürerim” deyince eşim  göründüğü kadar kolay olmadığını hakimiyetinin çok çabuk yitirildiğini söyledi, hele bir de böylesine dolambaçlı yolda oldukça tehlikeli olurmuş, zaten herhangi bir şey kiralama niyetinde değildim çünkü bu da kesinlikle karşı olduğum bir olgudur, keşke adanın toplu taşıması olaydı da ona binebileydik, işleyen sistemi görür, ona dahil olabilirdik benim için bu bile gözlenmesi ve yaşanması büyük bir zevk.

Şöför Fira’ya vardığımızı belirtip bizi bir noktada bıraktı ve akşam almaya geleceği saati söyledi. Bıraktığı noktadan alacaktı. Herkes 2şerli gruplar halinde dağıldı. İlk anda gördüğüm kadarıyla burası adanın kalbinin attığı yerdi, çok katlı olmayan beyaz yapılar, dükkanlar, yine yazlık bölgelere mahsus tek katlı minik hastaneler, yürümeyi bırakın seyretmesi bile zevk veren temiz yol ve kaldırımlar. Her şey güzel görünüyordu ancak nereye gideceğimizi bilmiyorduk, ben 6. Sesime uyarak yokuş tırmanmayı önerdim, sürekli şekilde yukarılara çıkmaya başladık, harika cafe ve restaurantlar görüyorduk, etrafını çiçek bağları sarmış cafeler. Sonra kendimizi daha yoğun bir kalabalığın içinde bulduk doğru yol üstündeydik. Bir anda karşımıza çok lüks ve şık dükkanlar çıkmaya başladı, özellikle kuyumcu dükkanları revaçtaydı. Sokağın birinden giriyor sonra rastgele onla kesişen bir diğerine yöneliyorduk bir müddet sonra kaybolmuşluk hissi basmaya başladı ki buna bayılırım (zaman zaman İstanbul’da ya da başka bir yerde bunu yapardım bildiğim bir yolun hemen 2-3 sokak ötesine bilmediğim bir yerlere dalar denizi hedef yapıp kaybolur böylece muhteşem yerler keşfederdim) . 












Eşim bile dile getirmemişti ama kesinlikle etkilenmişti.  Eşim bile diyorum çünkü o Santorini için muhalefet etmişti. Uzun dar balkonlardan yürüyor başka sokaklara çıkıyorduk balkonların içleri beyaz patiskadan kıyafet tezgahlarıyla doluydu. Cidden zenginlik akıyordu. 



                                              
Yalnız gezindiğimiz hiçbir yerden henüz denizi görememiştik, kayboluşlarımız ve istikrarlı yürüyüşleirmiz bizi adanın arka tarafına kadar götürdü. Minik bir yokuşu daha tırmanıyorduk ki karşımda çok şık bir rastaurant gördüm hevesle eşime “acıkınca burada yiyelim” dedim.  Eşim başı ile onaylamıştı, ben de hevesle restauranı görmeye atılmıştım ki bir anda sağdaki insanların karşıya doğru baktığını ve resim çekildiğini gördüm restauranta bakmadan oraya yöneldim ve işte orada akıllara durgunluk verecek manzarayı gördüm. ( Bunu anlatamaya kelimeler yetmez) Eşimin de benim de nutkum tutuldu, abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz ama değil, şu an yazarken bile aynı heyecanı yaşadım, gökyüzünün mavisi, güneşin ve denizin mavisiyle buluştuğunda (ortasındaki yanardağları ile) muhteşem görünüyordu. O an çocuk gibi mutluydum. Santorini hakkında araştırma yaparken sürekli şu yazıyı görmüştüm, oluşumu bakımından dünyada tek, başka hiçbir yere benzemeyen ada. Aslında balayımız için biraz da bu sebepden Santori’ni diye ısrar etmiştim, insan ömründe kaç kez balayına giderdi ki?

Bundan sonrası sürekli yürüyüşlerle geçti, cafelerin manzarası nefes kesiciydi çünkü yürüdüğümüz yerden bakınca kafeler denizin ve gökyüzünün üzerine asılmış gibi duruyordu. Cafelere çokça takılmamaya çalışarak yürümeye devam ettik, ancak yürümek beni korkutuyordu çünkü her yer yokuştu, ve çok yüksekteydik, düşüp de yuvarlanacak mışım gibi geliyordu? Kafama en çok şu soru takılmıştı, insanlar burada nasıl çocuk büyütür, çünkü çok eminim ki benim yeğenim bin kere düşüp yuvarlanırdı. 



Bir ara teleferiğin olduğu noktaya vardık, limana koca seyahat gemileri yanaşmıştı ve oradan insan taşıyordu ama telefiriğin altı görünmüyordu, eşime buna asla binemem dedim, beni onayladı, bırakın binmeyi o noktadan aşağı bakmak bile beni heyecanlandıyordu.  Ancak limana yanaşan gemilerdeki insanlar için ve tabi eğer siz de limana inmek istiyorsanız bir diğer alternatif yaklaşık 588 merdivenden oluşan basamaklardı, üstelik bu basamaklar geniş ve dönemeçli olduğundan 588i çarpın 3le. O kadar çok yani, bu merdivenleri ya yürüyerek inip çıkacaksınız ya da bir diğer alternatif olarak eşekleri kullanacaktınız. Adamlar bus station gibi eşek station yapmışlar, resme bakınca şeker görünüyor ama ben bu durumdan hiç hoşlanmadım, vaktimin bir kısmı yukarı yolcu taşıyan eşeklere acımakla geçtikten sonra (neyseki günde çok sefer yapmıyorlarmış, sırayla bir iki kere yani, ve bir çıkış 5 euro) merdivenlerin biraz aşağısına indik. Daha sonra çıkabileceğimiz bir mesafeye dek indik, birden şöyle bir konuşma duydum “kııııız Faatma demedim mi sana gözden kaybolmayasın, neye laf dinlemezsin be yav” hemen arkamı döndüm 5-6 kişilik büyükçek bir aile, macır olduklarına karar verdim (Bulgar göçmeni bir arkadaşım var konuşması onu andırdı, işin ilginci kız da ona benziyordu). Hemen yaşlıca olanın yanına gittim “merhaba teyzecim, Türkçe konuştuğunuzu görünce dayanamadım geldim” diye başlattığım sohbet epey sürdü, Bulgaristan’da yaşıyorlarmış kadın başladı anlatmaya “ben Türkiye’yi çok seviyoom, çok da istiyoz gitmek na bunun adı da Güllü, sizin şarkıcı Güllü var ya ondan hoşlandım da koydumdu”  hafızamda epey yer edecek uzunca ve hoşca bir sohbetten sonra gezinmeye devam ettik.

Bol bol da resim çekildikten sonra kıyı manzarasını bırakıp iç kısımlara geldiğimiz yöne daldık, meydanda kule ya da kilise gibi bir yapı vardı herkesin yaptığı gibi biz de orada bir müddet dinlendik. Sonra İstanbul’da sıkça rastladığımız sağı solu açık dışarısında sandalye olan büfe tarzı bir yer gördük oldukça kalabalıktı kimsi orada yiyor kimisi alıp gidiyordu. Kalabalık olmasına rağmen sandalyelerde sürekli bir döngü vardı çünkü insanlar gezinmek istediğinden yemeklerini yer yemez kalkıyorlardı. Sonra şık restaurantı boşverip herkesin akın ettiği bu büfede yemeye karar verdim. Yan yana iki bar sandalyesine oturduk, ismi greeps gibi bir şey olan bizdeki dürüm arası döner vari tavuk sipariş ettik, ikimizde çok beğenince birer tane daha sipariş ettik(ama 2.si ciddi anlamda şişirdi bizi tadı güzel olduğundan aç gözlülük etmiştik). Greeps’in tanesi 2.5 euroydu toplamda içeceklerle 11-12 euro ödeyip kalktık. Bir dahaki gelişimizde de burada yemeye ama bu sefer 1’er tane yemeye karar verdik. (adada yemek alternatifi çok bizimkiyle hemen hemen aynı, özellikle balık yaygın, ama zevkinize dair her şey var) 

Yemekten kalktıktan sonra iç taraflarda sağ kesimlere doğru tırmandık, kiliseler ve evler vardı, Avustralyalı öğretmen grubundan 2 genç kızla karşılaştık bir müddet onlarla dolaştık, sonra adada okul var mıdır acaba soruma cevap olmak ister gibi karşımıza bir okul çıkaverdi.  Bir tarafına demir parmaklık takılmıştı, nedenini anlamak zor değildi, çocuklar düşüp de ölmesin diye, çünkü düz bir arazi bulmak gibi imkanları yok. Düz arazi yalnızca otelimizin olduğu yerde ki, orası da Kamari diye geçiyor. Ama tüm yerleşim tepelik alanda, deniz kenarlarında yerleşim yok, çünkü ada bu hilal görünümüne kavuşmadan önce denizin ortasındaki yanardağ ile birlikte bir bütünmüş ancak yanardağ patlayınca etrafındaki her şeyi yakıp küle çevirmiş aralar zamanla denizle dolmuş ve ada da bugün ki görünümüne kavuşmuş, şimdi düşününce Kamari’de kalmak çok tehlikeli görünüyordu ama söylediklerine göre dağ uzun yüzyıllardır aktif değilmiş, ancak bir gün sonra yaşayacağımız macera benim bunun aksini düşünmeme sebep oldu, nitekim biz döndükten 5-6 ay sonra televizyonda çıkan bir haber ne denli haklı olduğumu da gösterdi, ama bunu bir sonraki yazımda yazacağım.

Dönüş noktamıza vararken kızlar bizden ayrılmıştı onlar gece yarısına kadar kalıp taksiyle dönecekti, dönüş noktasında yorgunluktan hastanenin dibindeki taşa oturduk, sabah nerdeyse ukelalık yapmakta olduğum yaşlıca öğretmen yanında bir kadınla geldi. Sohbete daldık, ona konuşmasının çok düzgün olduğunu normalde Avustralyalıların İngilizcesini anlayamadığımı söylediğimde kendisinin İngilizce öğretmeni olduğunu bu yüzden düzgün konuştuğunu söyledi bizdeki Türkçe öğretmenleri gibi yani kadın tamamen bize kursta öğretilen bir gramerle konuşuyordu. Adaya dün sabah gelmişler 2 gün daha kalıp Türkiye’ye geçeceklerini anlattı. Santorini’den önce başka bir yerdelermiş tur şirketleri dinlensinler diye onları Santorini’ye yollamış Türkiye’den sonra da yine bir iki ülke daha gezip Avustralya’ya döneceklermiş.  İnanılmaz şekilde hayran kaldım, 20 küsur saat uçtuklarını anlattı. Benim gibi uçak korkusu olan biri için bu inanılmaz bir şeydi. Ama en çok da şu noktaya takıldım Avustralya’da yaşayan bir öğretmen oldukça uzak mesafeleri kapsayan 20 günlük bir turu maddi açıdan çok rahat karşılayabilirken bizim ülkemizdeki öğretmenin bırakın yurt dışına seyahat etmesini yurt içine bile tatile (5 günlüğüne) gitmekte zorlanması beni üzdü. Bu mevzuyu bir önceki yazımda  aşık attığımı anlattığım Avustralyalı kızlarla da konuşmuştuk onlardan büyük olanı da öğretmendi.  Antalya’daki fiyatların (bira, ev kirası vs) Avustralya ile aynı olduğunu neden bizim daha az seyahat ettiğimizi sorduğunda maaşını sormuştum verdiği cevap bir şey dememe gerek bırakmamıştı. Giderlerimiz yaklaşık olarak aynı ancak onun maaşı bizim öğretmenlerin 6 katıydı.  Yazılarımı her seferinde bir sosyal mesajla bitiriyor gibi oldum ama bu ilk yurt dışı seyahatim bana hep aynı şeyi gösteriyordu biz cidden fakir bir ülkeyiz, otelimde ilk kahvaltımı yapmaya indiğimde kahvaltı salonunu dolduran manzaradan içime dolan hissiyat koca bir hüzündü. Önümde müthiş bir manzara vardı ama içim hüzün doluydu çünkü salon oldukça yaşlı bir ton emekli turistle doluydu, dünyanın bir ucundan emekli maaşları ile geliyor ve sık sık seyahat ediyorlardı. Oysaki benim emeklim bırak seyahati ayın sonunu getiremiyordu işte bu duygu o güzelim adada içime koca bir hüzün doldurup, gözlerimi yaşla kaplayıverdi. Benim insanım da kalkıp gelmeli bu güzellikleri görmeliydi, o an ve daha sonrasında ne zaman yurt dışına seyahate gitsem ülkedeki fakirliğin sebebi benmişim gibi içim hep suçluluk duygusu ile doldu. Ne diyim ben değil buna sebep olan yöneticiler utansın.    





      

2 yorum:

  1. Uzun zamandır merak ettiğim Santorini adasına bu yıl gitmek kısmet oldu. Hani komşumuzda bu kadar güzel yerlerin olacağı aklıma gelmezdi. Aslına bakarsan bizde çok daha güzel yerler var biz tanıtamıyoruz birde kolay para kazanmayı sevdiğimzi için kazıklamayı tercih ediyoruz. Gelen bir daha gelmediği gibi gelecek olanlara da mani oluyor. Neyse. Güzel bir gezi olmuş sizin için. Bende edindiğim tecrübeleri burada anlattım. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Ben de yorum için teşekkür ettim, ve evet Santorini cidden nefes kesici bir yer, oranın üzerine çok yol aldım çok ülke gezdim hiçbiri Fira'dan aşağı bakarken hissettiğim heyecan ve korkuyu vermedi

    YanıtlaSil