13 Ağustos 2012 Pazartesi

Budapeşte 1- Şiir Gibi Bir Şehir





Hatırlarsanız “Viyana Büyük Yanılgı” başlıklı yazımda Budapeşte’ye gitmek isteme sebebimi yazmıştım.  Viyana için gerekli hazırlıkları bitirdikten hemen sonra erasmus öğrencilerinin sayfalarını kurcalayarak Budapeşte için ucuz ulaşım yolu ararken Orange Way denilen bir firma buldum.  Erasmusçular sağ olsun, ciddi bir tasarruf yapmamızı sağladılar. Eğer Orange Way olmasaydı, Viyana’dan trenle gitmek zorunda kalacaktık ve tren ücreti iki kişi gidiş dönüş yaklaşık 400-450 liraya yakın bir fiyat tutuyordu. Halbu ki Orange Way ile iki kişi gidiş dönüş yaklaşık 7600 HUF gibi bir fiyat ödedik (Türk lirası olarak da yaklaşık 60 Tl). (1 liraya 126 Huf alıyorsun, 199 Huf’a güzel tablot bir çikolata alabiliyorsun)bunda otobüs firmasının Macar firma olmasının ve Macaristan’ın Avusturya’ya göre çok daha ucuz olmasının etkisi var. Malumunuz olduğu üzere Macaristan, Sovyetlerin meşhur demir perde ülkelerinden biriydi, yani Komünizm ile yönetiliyordu bu yüzden fiyatlar diğer Avrupa ülkelerine göre biraz daha aşağıda. Hatta eskiden çok daha ucuzmuş ancak Avrupa Birliğine girdikten sonra diğer Avrupa ülkelerini yakalayabilmek için fiyatlar yukarı çekilmek zorunda kalmış. İnsan Viyana’dan sonra Budapeşte’ye geçince (ve tabi benim gibi tarihçi de olunca) gördüklerine inanamıyor. Bir zamanların Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, 1. Dünya Savaşı ile dağıldıktan (ve Macaristan demir perde ülkesi olduktan sonra) nasıl bu denli farklı iki ülke olabilmiş? Düşünsenize ikisi de Avrupa topraklarında yüzyıllarını birlikte geçirmiş, ikisi de aynı hamurla yoğrulmuş olmasına rağmen sadece 100 yılcık kadar kısa bir sürede bu denli farklılaşabilsinler, cidden bu deneyimi görmek inanılmazdı.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Budapeşte’de yalnızca bir gün geçirdiğimizden görebildiğimiz yerler de oldukça azdı. Yani öncekilerin aksine bu sefer gezgin değil turistik. Viyana’da 2. Günümüzün sabahı oldukça erken bir saatte internetten satın aldığımız biletin üzerinde yazan yere (Praterstain civarı bir yerdi) giderek, otobüsümüzü bulmamızla Budapeşte yolculuğumuz başladı. Otobüsü bulana kadar kafamda acabalar vardı, cidden böyle bir firma var mı, burada mı, bulabilecek miyiz diye çok düşündüm. Çünkü bileti Macarca bir sayfadan satın almıştık, tek kelime de anlamamıştık. Üstelik 400-450 civarı bir şey yerine 60 tl ödemek de ilginçti, bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüyorduk. Ama yanlış olmaması için dua ediyordum çünkü eşim Macaristan macerasına bulaşmak istememişti, onu resmen zorladım.  Bir de bir tavsiye eğer bir yerden otobüsle başka bir yere gidecekseniz muhakkak 1 gün evvel gidip yeri bulun, bizim gibi otobüs saati gidip yer aramayın, otobüsü kaçırma ya da bulamama ihtimaliniz çok yüksek.


İsmi gibi portakal rengi olan otobüsü görünce inanılmaz sevindim, şoför kapıda pasaport kontrolü yapıyordu, Avrupa Birliği vatandaşıysanız kimliğiniz yeterli ama bizim gibi turistseniz schengen istiyor, her hangi bir schengen yeterli Viyana için schengenimiz olduğundan sorun yok, koltuklarımıza yerleşiyoruz. Yaklaşık 3 saat sürecek bir yolculuk sonrası sabah 10 civarı Budapeşte’ye varıyoruz. Yol boyu dikkatimi çeken şey, Viyana’dan çıktıkça sanayinin baş göstermesi sonrasında kmlerce (kartpostal tadında) irili ufaklı köylerin varlığı ve uçsuz bucaksız alabildiğine uzanan doğa. En inanılmazı arada sınır kapı vs olmayışı, öyle elini kolunu sallayarak başka ülkeye geçiyorsun, Avrupa Birliği’ni isteyelim ya da istemeyelim ayrı bir konu ama şunu bilin ki bu muhteşem bir lüks. Düşünsenize bisikletinizle bile geçebilirsiniz. Ama bu tatlı mutluluk otobüsün vardığı son noktada bir anda sonlanıyor. Neden bilmem şehrin merkezinde indirileceğimizi düşünmüştüm oysaki adam bizi koca bir stadın yanında herkesle birlikte indirdi. Otobüsü de oraya park etti. Dönüşte de bu noktadan binecektik. Gideceğimiz yeri nasıl bulabileceğimizi bilmiyorduk, ben elimdeki kitapçıktan resimleri gösterdim, adam tek kelime İngilizce bilmiyor, Macarca anlatıyor da anlatıyordu. Biz ona bakıyoruz o bize, adam İngilizce ifade edemediği için sıkıntıya düşmüştü, sonra ben asıl daha önemli bir sorunu fark edip eşime dönüyorum “iyi de burası neresi ”?  Eşim sorunu anlamıyor “Budapeşte” diye yanıtlıyor, “onu sormuyorum burası yani indiğimiz nokta, dönüşte burayı nasıl bulacağız diyorum” . Eşim koca bir of çekiyor, belli etmemiştim ama ben de oldukça gerilmiştim. Adama sorduk ama adam soruyu anlamadı anladıysa da onun anlattığını yine biz anlamamıştık. Sonunda her zaman yaptığımı yapmaya karar vererek adama teşekkür edip eşimi adamın yanından uzaklaştırdım ve herkesin gittiği yöne gittim, merdivenlerden yerin altına indik. 
Burası Viyana gibi tekin görünmüyordu biraz yürüdükten sonra tren istasyonuna vardığımızı gördüm. Nereye gideceğimizi bilmediğimden 2 tane görevli amcaya resimleri gösterip neye binmemiz gerektiğini sorduk onlar da İngilizce bilmiyordu ama şoför ağbiye oranla az da olsa bir şeyler söylemeyi başardılar.  Bu arada tepemizdeki levhaya bakıp not alarak nerede olduğumuzu ve dönüşte nereye varacağımızı öğrenmiş olduk. Uzun bir bilet kuyruğundan sonra trene binebildik. Tren kesinlikle komünist dönemden kalmaydı. Rengi tamamen gri, üzeri yazısızdı sadece her bir vagonun üzerinde numaralar vardı. Kendimi garip şekilde yitik hissettim, gözümün önüne toplama kampına götürülen insanlar geldi. Trenin içindeki oturma yerleri cam kenarında dizilmiş uzun sedirler şeklindeydi.  Ayakta çok insan vardı, insanlar garip şekilde bize bakıyordu sanırım elimizdeki Budapeşte kitabından ötürü turist olduğumuzu anlamışlardı. 
Trenin resmini çekmek için yanıp tutuşuyordum ancak ciddi anlamda ürktüğümden ve eşim de hayır dediğinden çekemedim. (Üstelik duraklarda dururken ani ve şiddetli duruşlar yapıyor, uzaya mekik fırlatılıyormuş gibi bir sesle duruyordu.)  Viyana’da ulaşım araçları asla dolu değildi, insanlar hep oturuyordu ya da keyiflerinden ayakta durup sohbet ediyorlar koltuklar boş oluyordu. Viyana trenlerinde her koltukta uçakta olduğu gibi dergiler gazeteler vardı, insanlar okuyup geri asıyordu. Ben ilk anlarda Macaristan’ı da Viyana gibi beklediğimden sanırım şok geçirmiştim. Amcaların bize söylediği noktaya vardığımızda (15-20 
dakika sürdü) trenden indik ve daha önce hiç görmediğim kadar dik merdivenlerden yukarı tırmandık. O kadar dikti ki düşmemek için eşime tutundum ve büyük bir kararlılıkla “ben bir daha buradan geçmem” dedim eşim de gülerek “olur sen yürüyerek dönersin” dedi.  Trene bindiğimiz yerle indiğimiz yer birbirinden oldukça farklıydı, burası çok daha modern, duvarları güzel resimlerle süslenmiş bir istasyondu. Üstelik merdivenlerin o kadar dik olma sebebi de istasyonun Tuna Nehri’nin altında olmasıymış, bu da ben de bir vauuv duygusu yarattı. İstasyondan yukarı çıkıp da şehre ayak basınca koca bir oh çektim, nerede olduğumuzdan emin değildim ama nihayet bir merkeze varmıştık.

4 yorum:

  1. Budapeşte harika ve sakin bir şehir. Ailecek gittiğimizden bu sefer rehber ayarladım. Arkadaşlar süperlerdi. Havalimani transferini ve gezileri ayarladılar ( www.budapestetur.com ) hiç yorulmadım bu sefer stressle. Ünlü gulaş çorbasını, estergon kalesini, gül babayı, bit pazarlarını doya doya gezdik. Yazıyı okuyunca yeniden gitmiş gibi oldum.....

    YanıtlaSil
  2. Merhaba,
    Viyana'dan budapeşteye erken saate otobüsü yok Orange Ways firmasının,11.30 en erkeni. budapeşte-viyana saat 07.00 var. Bütün günleri kontrol ettim ve sabah saatinde yok. Acaba yaz-kış tarifeleri mi farklı oluyor,internetten aldım demişsiniz.

    YanıtlaSil
  3. Neriman Hanim cok erken saatlerden gece gec saatlere kadar seferleri vardi. Biz internetten saati secip almistik ancak tarifede degisiklik mi oldu bilmiyorum. Belki sabah saatleri dolmussa o yuzden gostermiyor olabilir.

    YanıtlaSil
  4. Verdiğiniz bilgiler kapsamlı ve yararlı oldu. Ben başkaları ile paylaşmak makale zorunda kalacak .

    Viyana'da 5 yıldızlı oteller

    YanıtlaSil